BİSİKLETLE BUDAPEŞTE


Geçen sene geldiğim gözde şehrim Budapeşte'ye bu yıl bisikletle gideceğimi söyleseler hayatta inanmazdım. 



Fakat işte oldu mu oluyor ve biraz da kafana duvar örmemekle ilgili bu hayatta her şey. 


29 Haziran sabahı Estergon'dan yola çıkarken, "Yusuf bee, bi belediye otobüsüne binsek de kendimizi Budapeşte'ye atsak" diye bir öneri getirdim... Yusuf ikiletmedi. Niye? Çünki onun da poposu acıyor...


Hem otobüsle gelince biraz daha erken vardık ve böylelikle Budapeşte'de takılmaya vaktimiz kaldı.

budapest

Burası Macar meclis binası. Tuna kıyısına kurulu, duvarlarından adeta inci taneleri süzülüyor.


Şehre varınca, ilk iş Raday Caddesi'ndeki Kürt Yusuf'un yerine karnımızı doyurmaya gittik. Ucuz, lezzetli, bol kepçe...


Booking'den kalacağımız bir yer baktım. Oh, mis, Andrassy Bulvarı'nda 53 numarada eski bir apartman hosteli buldum. Gecesi 10 Euro...


Pedallara asılıp bi gittik ki, a bu Türk kızı ile sevgilisi Fransız da aynı hostelin kapısında... Erasmus'ta tanışıp sevgili olmuşlar. Neyse gıybet etmiycem. Ama kızım öyle de ağzını yaya yaya konuşulmaz ki, billahi komedi tiplemesi gibi.


Hostel tatlı. Sorumlusu da Türk çıktı. Bize kıyak geçti. 3 kişilik odayı bize verdi, "Yanınıza kimseyi almam" dedi. 


Diğer odaların birinde milliyetini anlamadığımız bir kız, öbüründe Kanadalı iki genç oğlan ile yaşlı bir Hollandalı amca var. Amca, oğlanların telefon kurcalamasına izin vermiyormuş. Geçinemiyorlardı. 


Bizde öyle bir geçinme/geçinememe durumu yok. Ben anneyim ne olsa. Yusuf, dünyanın en efendi çocuğu. Mis gibi hâlleşip gidiyoruz. Sokaklara sarmadan evvel formalarımızı yıkadım astım. 


Hostelimiz, tam Terör Evi Müzesi'nin karşısında. 


İkinci Dünya Savaşı'nda zulme uğrayan Macar milletinin hikâyesine tanıklık için güzel seçenek. Gidersen, uğramadan dönme.

 
Bu Andrassy Bulvarı, Unesco Dünya Mirası Listesi'ne de girmiş. Nasıl girmesin? O kadar güzel ve tertipli ki...


Hemeh hemen bizim hostelin oradan başlayıp, Kahramanlar Meydanı'na kadar dümdüz uzanıyor.

 
Görkemli binalarda, 


incelikli işçilikler var...


Bu, bisikletli bar... Binen herkes pedallara asılarak götürüyor ve mesanelerini patlatana ve hattâ 'tıksırana' kadar bira içiyor münafıklar. Andrassy'de dolap beygiri gibi döner durur bu. Bir de müzik çalar çangır çangır, anlarsın ki, hah pedallı sarhoşlar geliyor. :)


Bulvarda bu şapşalı da göreceksin. Tuna kıyısına indiğinde şanslı saatine denk geldiysen, bu sevimli yaratığın nehirde yüzdüğüne de tanıklık edebilirsin.


Andrassy'nin sonunda işte bu meydana kavuşacaksın. 


Kahramanlar Meydanı dediğim bu... 


Etrafında görkemli sanat binaları ve müzeler var. Vaktin varsa, buradan yürüyerek gidebileceğin hamamlarına, termallerine gitmeyi aman ha ihmal etme. Biz bu kez yapamadık. Olsun, Macar bana komşu kapısı, yine giderim. Öyle seviyorum namussuz memleketi ya. 


Eskiden metrodan korkardım ben. Andrassy'nin altındaki metro ile bu korkuyu aşka çevirebilirsin. Bana öyle oldu. 


Adamlar 1800'lerde bu caddeyi inşa ederken metro yapmaya da karar vermişler. Niyet biraz bozuk esasen. Fakirler meydana alttan gitsin diye ama ama ama...


İşte taa en başında bunu yapmaya karar verdikleri için yeri oylum oylum oymamışlar. Buna gerek kalmamış. Metroya 20 basamakla hop iniveriyorsun...


Yani demem o ki, Budapeşte'de Andrassy için ayırdığın gün, yürüyerek Kahramanlar Meydanı'na git ve metro ile geri dön... 


Geri döndüğün yerde opera binası var. Meraklısıysan takip edebilirsin. 


Biz, popoları kır pidesine dönmüş iki bisikletli olarak biraları zıkkımlanıp


süslü içki şişelerine bakıp


hostele dönüp dinlenmeyi tercih ettik.

 
Zira sabah erken kalkıp yola koyulacağız... 


Yusuf, sevdiceği Zeynep için köprüye bir kilit asacak...

 
Ama sadece sevdiceğine mi? Hayır... Geçen yıl bu bisiklet turu için Yusuf ile yola çıkmaya karar verdiğimizde, 


kartoloş bir bisikletli, "Oğlun yaşında çocukla çıkma, genç kadınsın, yollarda macera yaşarsın" demişti. İsmi İbrahim'di ve biz yemin etmiştik. İbo için de o köprüye bir kilit asacaktık. Üşenmedik yaptık, yazdık ve astık: 
GÖT İBRAHİM...


İbo, merak edersen senin kilit nerede diye, Peşte tarafından Buda tarafına geçerken sağda...


Aşk kilidimiz ise işte na şurada... 
Yusuf & Zeynep... 
Bak bak, hayvanın biri, aşkı sona erince, kilidi sökemeyip köprüyü kesmiş öküz. Artık ihanete falan uğramışsa demek!


Budapeşte'de Tuna Nehri geniş aktığı için köprüler şahane. Viyana'da böyle değil mesela. 


O bakımdan ben hep Budapeşte'yi Viyana'dan üstün tutarım. 



Hattâ, daha önceki Budapeşte ziyaretimde bu şehrin büyüsüne kapılıp nasıl ağladığımı BU LİNKE tıklayarak okuyabilirsin. Ama sonra, şimdi bunu bitir. 


Budapeşte çıkışında, E 6, hiç beklemediğimiz şekilde henüz tamamlanmamış, yapılmamış, berbat... Dapdaracık otlu yollara girdik bisikletle... 


Fakat, Tuna yine aklımızı aldı...


Hani öyle ki, bi çocuk doğursam ben yeniden 


kız ya da oğlan hiç fark etmez,

 
adını Tuna koyacağım... Zaten Nil'den de bildiğin üzere, çocuklara nehir ismi vermeyi çok seviyorum...

 
Nil, Fırat, Dicle, Meriç, İskender, Seyhan, Ceyhan... Sanki ömürleri de su gibi akacak, dingin, sade ve duru...


Budapeşte'den bisikletle güneye doğru akarsan, enfes yazlıkların arasından geçeceksin... Orada dur!


Aylardan haziran ise erik zamanıdır... 


Ve aynı zamanda vişne...

 
 İnsan, bilmediği yolların, bilmediği köşelerinde durup soluklandıkça ve düşündükçe, dünyanın büyüsüne bir kez daha ve derinden kapılıyor. 


Fotoğrafla anlatmakta derde düşünce, bir de video çektim. Buyursunlar.  

sedona 345

Benim güzel mavi Sedona 345'im... Yollara ve macerama ne çok yakıştın.


Bugün niyetimiz, en fazla 75 kilometre sürerek Dunajvaros'a varmak. Benim GPS'e bir şey oldu, haritalar açılmıyor. Yusuf dedi ki, "Banu Abla sen dert etme, bugün ben götürürüm." 


Eyvallah Yusufcum dedim. İyi ki demişim. Oğlan bizi evvela ana yoldan çıkardı. Batıya döndürdü. Yani bildiğin kaybetti vee...


Yanlışlıkla Rackeve diye şahane bir kasabaya getirdi.


Yolda olmak hani müthiş bi şey ya, ulan kaybolmak ondan da güzel... 


Millet atlamış bisikletine, 


 Tuna kıyısında balık tutmaya gelmiş falan. Kasaba sepsessiz. Her yer o kadar güzel ki...


 Leylekler yine elektrik direklerinde eşiniyor...

 
Asıl yolumuzdan sapıp Rackeve'e girmek en fazla 10 kilometremizi yemiştir. Fakat bu dert değil.

 
Dert, Yusuf'un bizi ikinci kere yanlış yola sokması, "Abla şurada bir köprü var. Sağa dönersek yolumuz 20 kilometre daha kısalır." diyerek iyice kaybetmesi oldu... Yusuf'un köprü dediği yere bi gittik ki! İn cin çift kale maç yapıyor. Köprü dediği şey tırışkadan bir şat. Ne dümeni var ne kaptanı. Öyle mal gibi kalakaldık. 

 
 Haydaa n'apalım, basa basa onca yolu geri pedalladık. Hava başladı kararmaya. 


Dunajvaros'a varamayacağımızı anlayınca kendimizi Tass diye bir köye attık.


Strava'daki izimize bak! Hava iyice karardı. Kalacak yer bulamıyoruz. Açık tek yer kilisenin yanındaki pizzacı.


Pizzacıda, fotoğraflarını sonradan Facebook'tan aldığım Peter ile 


sevgilisi Izabella var. Hâliyle yardım istedik. Oğlan kalktı, sağa sola telefon etti. En sonunda bir yer buldu ama uzak. Üşenmedi... Büyük arabasına bisikletleri yükledi. Küçük arabaya Izabella ile ben, büyüğüne Yusuf ile Peter bindiler. Yaklaşık 8 kilometre kadar ötedeki Erszebet'in kiralık evine ulaştırdılar. Biz, binlerce kere teşekkür ederken, "Bunun hiç kıymeti yok. Londra'da bir yıl yaşadım. O sürede bana yardım edenleri hiç unutmadım. Umarım bir gün ben de birilerine böyle yardım edebilirim derken, Türkiye'den iki bisikletli köyüme ve bana geldi. Esas ben çok mutluyum size yardım edebildiğim için." dedi... Bak sen Allah'ın gâvuruna ya... "Peter İstanbul'da bi eviniz var, tatile gelin" dedim. Ne diyeyim...


75 yerine 112 kilometre sürünce gecenin sonunda şu hâldeydim. Ulan Yusuf!  


Koca memeli Erszebet'in böyle birkaç tane evi var orada. Restoranının ismi ise Tassi Halaszcsarda. Nasıl okunduğu konusunda hayır fikrim yok.


Koca evde iki kişi kalınca odalara yayıldık... 


Sabah olunca kahvaltıya asılıp 


aşırı şımardık... 



Buyur, bu da o şımarık anlardan... 


Yes bebeyim... 
BİSİKLET BACAKLARI GÜZELLEŞTİRİR...


 Ve ruhunu da... Yabancı bir memlekette, gözlerin ömründe ilk ve belki de son kez değeceği tüm ayrıntılarda dolaşırken, bunu iki teker üzerinde yapabilmek ve saçlarını rüzgâra bırakmak, gölgende izini aramak... Bütün bunlar için yola çıkmaya değer. Hemen! Şimdi!


Ne diyeyim... Yollardan ayrı komasın Allah!


Buyur, Budapeşte'den Tass'a yolculuğumuz... Niyetimiz bugün, artık cayır cayır yanan bacaklarımızı dinlendirip 135 kilometre ötedeki Baja'ya otobüsle gitmek. Beni kesseler daha bugün bisiklet sürmem. 


Ama dün 112 kilometre bastım diye de kendimi öperim. 


Şu Adele hatunun yeni albümü çıktı ya. Orada Million Years Ago diye bir şarkı var... Bu faslı yazarken, kulağım kendisindeydi...

Dur dur!

 

Adele'in şarkısı telif hakkı falan filan meselelerinden ötürü Youtube'da yasaklanmış. Fakat bir yandan da Ahmet Kaya'nın Acılara Tutunmak şarkısından araklama olduğu tartışmaları almış yürümüşken, buyur gel bizim adamdan dinle... Has adamdan... Ahmet Kaya burada... Hâlâ 43  yaşında ve evet, "bu şarkıyı sevmeyen, gitsin elektrik prizine çivi soksun..."

Görüşürüz!


Cumartesi, Aralık 05, 2015 tarihinde yazıldı.

1 yorum:

  1. İnsanın sizin gibi yol arkadaşı olmalı. En rahat döşeklerde, ak pak yastıklarda uyutur, dakka darlatmazdım sizi. Ee, hem enfes fotoğraflar çeken, hem centilmen, hem yakışıklı, hem de yardımsever kaç adam kaldı ki dünyada?

    Ceyhan diye boşuna koymamışlar adınızı. Diyorum ya, sakin ve duru...

    Çok sevgiler.

    YanıtlaSil