Koş karşim koş... Saraybosna treni bu... Kalkıyooorr!
Saraybosna, Mostar Köprüsü, Boşnak böreği gibi başlıkların olduğu bir yere gidiyorsak, elbette annesiz olmazdı. Sağ başta Unakıtan'ın karısı gibi oturan annem. Günlerden 28 Mayıs 2015...
Gülfem'i Barbaros Köyü ve Alaçatı seyahatlerimden ya da Facebook paylaşımlarımdan tanıyorsun artık. O da teyzesi Keriman'ı aldı, beraber gidiyoruz.
Kazık olduğu için umumiyetle havalimanlarında bir şey yiyip içmem. Lakin çok acıkmışsam, Sabiha'daki Burger King'den bir şeyler atıştırırım. Yine öyle oldu.
Sabiha deyince çaktın köfteyi. Yine Pegasus ile gidiyoruz. Ucuz kardeşim. Fıstık gibi de puan biriktiriyor. Yerli malı yurdun malı. Ve bir gün sponsorluk teklifi ile gelirlerse elbette hayır demeyeceğim.
Yaklaşık 2 saat uçuşun ardından Sarajevo'dayız. Kiralık otomobili almak için çok bekledik. Gülfem herslendi.
Ben de...
Gülfem sürüyor evvela.
Kalacağımız apartman dairesi İskenderiye semtinde. Tabii, böyle ararsak havamızı alırız. Skenderija diye yazılıyor.
Adila Grebe Sokağı'nda. 4 gece için 827 lira ödeyeceğiz. Böyle bakınca pahalı ama geceliği kişi başı 51 lira.
Çift kişilik odayı Gülfem ve Kerimancığıma verdim.
Annemle ben ranzalı odaya geçtik.
Gülfem havalimanından bir takım zıkkımlar almıştı. Onları açtık.
Allah seni inandırsın, annem ta İstanbul'dan gazetelerin bulmaca eklerini yanında getirmiş, onlara çöktü.
Seçim mitingi için Trabzon'a giden Bahçeli de ruhumuza... Taa Bosna'da.
Biraz dinlenip hemen markete yollandık.
Kasiyer kız bomba... Makyajı ve abartılı takılarıyla adeta bir Laleli 'kitsch' tiplemesi.
İşte bir şeyler aldık eve geldik falan, annem dedi ki:
BEN ACIKTIM!
Evet tam olarak beklediğim cümle.
Evden çıkışımız şu şekil... Tıkla.
Annem diabetik ve çift insülin iğnesini giysilerinin üzerinden çat çat iki omzuna çapraz saplar, yemekleri lüpletmeye tam gaz devam eder.
Bak bak, dizlerim ağırıyor diye bütün angaryaları bize yaptıran annem, yemek derdine düşünce önden nasıl fişekledi. Arkasından da ben...
Off ne gülüyorum hâlâ ya. Videonun başında annemin bastonu ile bir şey gösterip ne dediğine dikkat et.
Yakınlarda açık bir restoran yok. Açık değil, kapalısı bile yok. Epeyce yürümek zorunda kalıyoruz ve tabii kah kah keh keh...
Bu videoyu izlemeden geçme. Tek kelime yabancı dil bilmeyen annemin Bosna'da çaresizce lokanta arayışı...
Hâliyle gülmekten yerlerde sürünüyoruz.
Röno mu o?
Hoff gülmekten ciğerlerimiz şişmişken oradan bir otobüs geçiyor. Bir an ciddileşiyorum. Otobüs çok eski. Dökülüyor.
Ve üzerinden geçtiğimiz köprüdeki tarihlere dikkat ediyorum. 1893'te yapılmış. Savaşta yıkılmış ki, 2004'te yenilenmiş. Saraybosna'nın bir hikâyesi var ve usulca bizim sakinleşmemizi bekliyor anlatmak için.
Derken olmadık ara sokakların birinde bir lokanta buluyoruz. Girişi buradan efem buyursunlar.
Verin bakiim ordan bi cigara!
E anne bizde ne gezer?
Yan masadaki çocuklardan isteyiverdik bi tane. Gülfem'in elindeki Saraybosna birası.
Sofra bu...
Sohbetse bu. Dil bilmeye her zaman gerek yok. Sev kafasını, güzel çocuğum de, iş tamamdır.
Paraları da bu.
Üzerindeki adamlar fesli ama ismi fena: Konvertibıl Mark. KM. Biz kilometre diyoruz.
Bu abi de o saatte açık tek lokantanın, tipi tip işletmecisi. Burada tip, övgü kelimesi olarak kullanılmıştır.
Lokantada bir gazete buluyorum, ilgimi çekiyor.
İçine dalıyorum. Ölüm ilanları!
Bosna Hersek, tam eğlenirken, tam şımarmışken, oradan buradan bir hüzün başlığı bulup seni anlık da olsa susturuyor. Bir film sahnesi gibi. Etrafımdaki her şey geri geri kaçıyor ama ben hızla kameranın gözüne, miline giriyorum, yok oluyorum, unufak oluyorum...
Gezip gördüğüm bütün başkentlerdeki gibi Saraybosna'da da grafitiler var ve ev yolunda bize eşlik ediyor.
Bu, şehrin göbeğinden akan Miljacka Nehri...
Bu da, Saraybosna Güzel Sanatlar Akademisi. Nehrin kenarında ve bizim ev de bunun tam arkasında.
Adila Grebe, 6'da...
Manyaksın Gülfem ve her zaman beni güldürecek saçma sapan bir aksiyonun hep var.
Ve ertesi sabah. Arabamıza bindik. Mostar'a gidiyoruz. 130 kilometre kadar yolumuz var.
Ay bismillah!
Dün fark etmediğim ayrıntılar gözüme gözüme giriyor şehirden çıkarken.
1992-1995 yılları arasında hepimizin ağzı açık şapşallar gibi izlediğimiz Bosna Savaşı sırasında Sırp ateşine maruz kalan binalar hâlâ büyük ölçüde delik deşik.
Niye?
Çünki hüzün kuşu Bosna'nın parası yok...
Ama Türkiye'nin var. Bir aralar acayip telefon konuşmaları ile internetlere düşen Cengiz İnşaat, Bosna Hersek'te yağ gibi akan yollar, ok gibi geçilen tüneller, fişek gibi gazlayan yollar yapıyor.
Konyalı Torku da buralarda.
Hattâ yeri geldi göstereyim. Saraybosna'nın en yüksek binalarından biri Ziraat Bankası'nın.
Yol videom bu. Bakıver azıcık...
Saraybosna'dan Mostar'a giderken Jablanicko Jezero diye bir gölün kenarından geçiliyor. Yolun düşerse arama, zaten denk geleceksin. İn ve fotoğraf çektir. Bayıldım ya hu.
Direksiyon Gülfemcim'de. 3 ay önce Güney Afrika'da bir trafik kazası geçirdi ve dizinden ameliyat oldu. Çok şükür iyi ve araba kullanabiliyor. Dönüşte ben alırım artık.
Ve nihayet Mostar'dayız cicim.
Her taraf Türkçe konuşanlarla dolu.
Turlarla gelmişler.
Mostar'ın olayı evet köprü ama katiyen sadece köprü değil.
Köyün her yeri güzel.
Rahat bir ayakkabı giy ve didikle.
Aralara, sokaklara dal...
Köprüde bi dur, soluklan.
Köprüden aşağı atlayan delikanlılara para ver.
Bunlardan birine, gel bakim sen buraya dedim.
Popoya çaktım bi tane...
Sonra köprünün öbür tarafına geçip
en şahane manzaraya karşı köfte yedik.
Ve dolma da... İstersen sarma de...
Bu kiraladığımız otomobil. Neymiş markası? Opel.
Bu otoparkçı. Samimi adam.
Annem ay ay edene kadar bu pozu verdik gitti.
Bosna Hersek güzel memleket.
Mezarları bile güzel. Billa bak.
Türklerin yaptığı cillop yollardan geri döndük.
Burası Saraybosna'nın en havalı yeri. Times Square dedik biz. Gece ışıklar yanınca öyle oluyor.
Gün safrana dönmüşken şehrin merkezine vardık.
Srebrenica, Bosna'nın hiç unutamadığı acısı. Nasıl unutsun ki?
8 bin 372 kişi öldü burada. Üstelik Birleşmiş Milletler'in gözü önünde.
Benimki de laf! Sanki şimdi yine binlerce insan hepimizin şahitliğinde ölmüyor mu? Ya hu, sadece Akdeniz bile, dandik botlarla kıyımdan, zulümden, yokluktan kaçmaya çalışan kara derililerin cesetleri ile dolu. Bize kalan, süslü yatlarla o denizin üstünde yüzmek.
Derindeki acıya uzanıp da bir kulak kabartan yok... İşte bu da Srebrenitsa Anılar Müzesi'ndeki hâlim.
Müzeden sonra, geceye yürürken Bosnalı bu Pepito'ya denk geldim. Ruhuma iyi geldi. Facebook ya da Instagram'dan arkadaş olduklarım benim Pepitomu da yakından biliyor.
Ertesi sabahın kahvaltısı. Dün yoldan aldığımız upucuz kirazlar masanın baş tacı...
Çilek de almıştık. Sana bir şey diyeyim mi? Ömrümde yediğim en lezzetli çilekti bu.
Kahvaltıdan sonraki plan, Umut Tüneli'ne gitmek. Umut Tüneli ne biliyor musun? Bak şimdi harita Saraybosna'yı gösteriyor. 1992-1995 arasında Sırpların kuşattığı yer burası. Tek açık alan yukarıda mavi ile boyalı havalimanının altı. Oradan kazılan tünel ile Bosnalılar şehrin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmış.
Tünel, kaldığımız yere şuncacık mesafede. Ama bulmak kolay olmadı. Niye?
Dibine kadar gidince tabelalar azaldı da ondan.
Bosnalı bu dayı işe uyanmış. Hazırda bekliyor. Bizim gibi şapşik turistlere, yardım ediyim mi abla diye yol gösteriyor. Para mı? İster ver, ister verme. Bir şey talep etmiyor. Verdik tabii ki.
Bak şimdi bu tüneli sana biraz daha ayrıntılı anlatacağım. Zira hakikaten dikkat çekici. Gördün mü bak, pistin altında, Butmir ve Dobrinja arasında ve 800 metre. Bu Dobrinja denen yerde 1984 Kış Olimpiyat Oyunları'nın oynandığını hatırlatayım.
Tünele bu evin altından giriliyor.
İçinde ray sistemi ve enerji hatları var.
Buyur, oradaki tabeladan oku.
Mademki savaştan söz ettik, sana bir de Saraybosna Gülü göstereyim.
Yazı ufak geliyorsa, sayfanın sağ alt köşesindeki ayarlardan istediğin boyuta getir ya da fotoğrafa tıkla. Büyür öyle.
Şunu söyleyeyim, Bosna Hersek, her yanı hâlâ acılarla dolu bir ülke. Bizim gibi ağır neşeli bir grubu bile perişan etti. Ağlak kadınlardan olsaydık, verem olup geri dönecektik.
Fakat yanı sıra çok da güzel... Burası Başçarşı'nın olduğu cadde.
Bu, çarşı girişindeki Viyeçnitsa Kütüphanesi... 1890'larda yapılmış ve Çetniklerin yani milliyetçi Sırpların ateşinde bu da mahvolmuş. Geçen yıl yeniden açılan kütüphane 25 Ağustos 1992'de cayır cayır yanmış ve ayyy 2 milyon eser kül olmuş.
Kafenin ismine bak.
Çete keşifte...
Ay bu da ben...
Çarşıda, sahiden satın alınacak çok kıymetli el işi ürünler var. Bu, halı.
Bak bunlar danteldir, manteldir...
Bu markayı tut aklında... Tut tut tut...
Ve muhakkak bir şey satın al. Çünki, ülkenin değişik yerlerinden kadınların ürettiği şeyler satılıyor. Etiketinde, kim yaptıysa onun adı yazılı. Azıcık pahalı ama billahi değer.
Ben bu deli işi bileziği aldım.
Esnaf pek fotoğraf çektirmiyor. Ne olacaksa? Bu beyefendi izin verdi. Sırf izin verdi diye ben de yayınlıyorum. Çünki o güzel bir abimiz. Sağ olsun.
Bak kim var orada? Saraybosna'da oldukça popüler. Bizden bir hafta önce Bosna'da idi. Bizden bir hafta sonra da Papa gelecek. Trafiğe bak.
Başçarşı'ya gidince bir kahve iç...
Ve muhakkak börek ye...
Üstüne de yoğurt dök. Oh miss...
Çarşıdan sonra Saraybosna'nın hemen dibindeki dağlara çıkalım dedik.
Eski eski tünellerden geçerek tırmandık. Allah bilir hep Tito zamanından kalma bunlar.
Çıktıkça güzel güzel evler görüyorsun. Bak yeri geldi söyleyeyim. Ben ömrümde Saraybosna'daki kadar güzel insanı bir arada görmedim. Hem kızlar, hem erkekler, ayy acayip güzeller. Hepsi böyle sırım gibi, sütun gibi, suratlar oyuncak gibi. Şapşal şapşal bakmaktan iki karecik fotoğraflarını çekemedim, burdan biç!
Şehrin hemencecik tepesinde böyle muhteşem manzaralar var. Git ve çık oralara.
Ay anacığıma da gösterdim oraları şükür. Elbisesini de Fas'tan almıştım.
Baksana şuraların güzelliğine...
Saraybosna'da en çok bu dağlarda kaldı aklım. Konaklamak için çok uygun fiyatlı yerler de var. Enfes bir kış tatili seçeneği olabilir.
Buyur bu da kısa dağ klibim...
Ve tekrar evdeyiz... Hüzün kuşum Saraybosna'da son gece... Yarın yolculuk var.
Gidiyorum ben sevgili Sarajevo...
Otomobili teslim ediyoruz. Çizmişiz diye başka bir fatura daha kestiler. Aman beee!
Hamam tellikleri ve havalimanı! Gül gül çatladık hadi bi daha...
Kalan son paramızla iki bira ve bir viski aldık. İyi ki de almışız. Aman bir rötar, bir rötar...
Ve nihayet...
Teşekkürler kızlar... Benim kadim kızlarım...
Hoşçakal Saraybosna...
Merhaba İstanbul... Yakıyorsun her hâlinle.
Uçaktan in... E 11 otobüsüne bin... Fakat kardeşim gezmelere doyma...
Taa Sabiha'dan hoop Beykoz'a tekneye, Kaptan Baba'ya...
Anneme zaten gezmek, yemek, içmek olmasın.. Hep en önden...
Ve rakı balık elbette...
birdenbire...
her şey birden bire oldu.
kız birdenbire.
oğlan birdenbire.
yollar
kırlar
kediler
insanlar...
aşk birdenbire oldu.
sevinç birdenbire...*
Hiç böyle bir final tasarlamamıştım. Saraybosna'dan gir, Beykoz'dan çık. Selam olsun sana Orhan Veli...*
Ertesi gün Gülfem'i Kadıköy'e havalimanı otobüsüne götürüyorum...
Güle güle kız... Benim güzel, deli, cömert, hakkaten sıradışı arkadaşım...
Bu da, bu yazının şarkısı olsun... Teşekkür ederim, yolumda yalnız komadığın için...
~~
Ay aklıma geldi, gezi maliyeti yazayım.
Bi kere ben hiç para harcamadım, hepsini anneme yükledim. Ohh mis. Fakat sanırım, uçaktı, oteldi, kiralık otomobildi falan derken 4 gün kişi başı en en en fazla 1000 Lira para harcadık.
Çarşamba, Eylül 16, 2015 tarihinde yazıldı.
Banu abla harikasınız eline sağlık güzel yazı
YanıtlaSilAyy ne mutlu bana sevdiysen. Çünki oralar senşn toprakların. Çok mutlu oldum. Sağ ol.
SilBen Genel Olarak çok beğendim...
YanıtlaSilNe guzel yazmissin herseyi tekrar gitmis gibi oldum
YanıtlaSilRuhum, ikiz ruhum güldügün yerde güldüm ağladığın yerde ben de ağladım. Üstelik gitmedim görmediğim hâlde.. Öpücükler sana
YanıtlaSilSağ ol canım benim, gözü güzelim.
Sil