SHELL İLE ROMA'YA



Yine Roma'ya gidiyorum. Bu kez paraları koskoca Shell ödüyor. Nasıl mı? 
Anlatayım cicim. 💓



2016'nın şubat ayında posta kutumda bir mektup buldum. Shell'den geliyordu ve diyordu ki: "Bu sevgililer gününde, aracını çok sevdiğini anlatan bir fotoğrafı #AracımıSeviyorum etiketi ile paylaş, 2 kişilik Roma tatili kazan..." 
Bunu okur okumaz dedim ki: "Aha yine Roma'ya gidiyorum." 
O kadar emindim. 
İlk iş 500 kırmızı dudak bastırıp, bunları arabama yapıştırmak oldu.


Sonra yakışıklı, centilmen, kalbimin süsü püsü, fotoğrafçı arkadaşım Haluk Baylan'a dedim ki, "Haluk paşam, şu Kuzguncuk'a inek de benim araba ile benim üç beş kare fotoğrafımı çek." İkiletmedi bitanecim...

Çektiklerinin içinden bunu seçtim ve altına şu notu yazıp Instagram'a koydum:
"Yoldaşlık her babayiğidin harcı değildir kuzum. Yoldaşın hası, yola koyulunca belli olur. Heves edince yola çıkmak kolaydır da, aslolan o yolu tamamlamaktır; tümlemektir yoldaşını. Sen beni hiç yolda komadın kara kuzum, esmer kızım. Hudutlara dayandık seninle. Yunan’a seslendik, Suriyeli’ye göz kırptık. Cilvegözü’nde, İpsala’da, Sarp’ta ve dahi bütün uzaklarda âdeta nefesimi dinledin. Ben de seni hâliyle. Hastalar, yolda kalmışlar aradı bizi, imdat dediler, hop hastaneye, tamirciye, şifacıya yetiştirdin. Bir sevgili oldu bazen, uçağı İstanbul’a inesi oldu, sen, benden hevesle dayandın havalimanı kapılarına… Ne güzel arkadaşsın sen. Ne güzel sırdaşsın! Bazen hüzünlere gark oldum, bastım gazına sonuna kadar ağladım, hırpaladım kendimi de, seni de. Usulca teskin ettin beni. “Üzülme be!” dedin. Sırtımı sıvazladın. “Ah be Ev Bezgini, dert ettiğin şeye bak, bu da geçer, yol ilaçtır, gel gidelim” dedin… Ben seni hep duydum biliyor musun… Ne dediysen anladım… Sen, 6 yıldır benim için bir otomobilden çok ötesin. Seni katiyen başkalarına vermeye niyetim yok. İstiyorum ki, bu ömrü bende tamamla. Kedimi, köpeğimi, kızımı, oğlumu, şen şarkılarımı sen taşı. Hüzünlerimi sakla, sırtımı sıvazla, neşemi köpürt… Biliyorum, ne dersem duyuyor, ne söylesem hissediyorsun. Çünki sen benim bitaneciğim, kara kuzumsun. Aracımı çok seviyorum derken bile eksik kalıyor, zira sen benim araçtan öte, yoldaş, candaş, arkadaş, bitanemsin… İyi ki varsın. Seni seviyorum Efsane Micram! Var mısın bu ömrü benimle yollarda tamamlamaya?"


 Var ya, çok totoşum ben. Bak sana yemin ediyorum, zırıl zırıl ağlayarak yazdığım bu satırlardan sonra 2 bin 500'e yakın fotoğraf arasından tabii ki ben seçildim ve seçilir seçilmez Micra'yı sattım. Yuh bana!


Sonuç açıklanca pek sevgili Sevgi'yi aradım, dedim ki "Kızçem hazırlan, Roma'ya gidiyoruz, hemi de beleş." 18 Mayıs 2016 Çarşamba günü çıktık yola... Shell cömert. Biletler Türk Hava Yolları'ndan.


 Bir insanın kodlarını çözmek için en değerli yol, beraber seyahate çıkmak. Senin ben omzumda uyuyan şefkatli başını severim kadın.


Yaklaşık 3 saatlik uçuşun ardından Fiumicino Havalimanı'na indik. Makyaşlar kontrol edile!


7 buçuk Euroluk havalimanı servislerinden birine atlayıp şehir merkezinin yolunu tuttuk. Bunları Shell ödemiyor. O kadar da diil.


Roma Tren İstasyonu'nunda indik. Otelimiz buraya çok yakın Venetia Palace. Bugün kalıcam desen, geceliği 600 Lira civarında. Allah biliyor ya, kendi paramla hayatta kalmayacağım bir rakam bu.


Manzarası da bu. Güzel. Temiz pak, mis gibi otel.


Attık hemen kendimizi dışarı. Burası Basilica Papale di Santa Maria Maggiore. Yani diyor ki Santa Maria, "Şehirde göreceğin pek çok şey orijinal hâli ile korunmuş durumda ve seni Roma'nın ihtişamı ile dövmeye hazırlanıyorum, gönüllü müsün?"


 Tabii ki gönüllüyüm!
Lise gezilerinde gittiğim antik kentlerde diğer kızlar (kız lisesinde okudum ben) hoyta hoyta gezip fotoğraf falan çektirmenin derdine düşerken, ben bi taşa sabitlenir, onu okşar, zamanında kim bilir kimin elinden çıktığını düşünerek derinden titrerdim. Vallahi bak. Kızlara bunu anlatmaya çalışırdım, "Lan şuna bi dokunsanıza, bunu kim bilir hangi eller yaptı" diye.


 Meğer arkeolog olacakmışım. Esasında kendime arkeolog demeyi, muvazzaf arkeologlara karşı biraz ayıp buluyorum zira okul yıllarından itibaren kendimi medya unsurlarının içine attım ve evet iyi bir arkeolog olmadım ama çok iyi bir radyocu oldum. Buna eminim. Çok çalıştım, çok sevdim ve Türkiye'nin en değerli mikrofonlarından seslenme fırsatı buldum. Fakat sonra ne oldu? Fellik fellik gezme işi ona da ağır bastı, arabayı sattığım gibi radyoları da sattım, attım kendimi yollara. Bu da Kolezyum. Anlatıyorum azıcık, dinle.


Roma'nın sembol binalarından bu, biliyorsun. Milattan sonra 72 senesinde temeline ilk kazmayı vurup 8 yılda bitirmişler. Aferin. O zamanda öyle kolay değil bu işler. Bir arena bu. Hani şimdi bizim cumhurbaşkanı, spor salonlarına arena demeyin diye ayar veriyor ya, adam biraz da haklı beyler. Bu arenada sadece sportif gösteriler değil, padişahın, ay pardon imparatorun şeyinin keyfine gladyatör dövüşleri de yapılıyordu. Her devirde muktedirlerin gaddar zevklerine hizmet eden şeyler vardır. Bu kimi zaman birbirini boğazlamaya dek giden gladyatör gösterisi olurken, kimi zaman sorgusuz sualsiz binlerce insanı cezaevinden içeri tıkıp, hakim huzuruna çıkarılmaları için en az bir, iki, üç, sene içeride yatırmaya gider. Sonra biri öbürünü beğenmez. Ay hadi canım ordan!


Şimdi sana, bana göre Roma'nın en güzel binasını göstericem: Altare della Patria. 
Diğer ismi, Vittorio Emmanuele II abidesi.


1885-1911 yılları arasında mimar Giuseppe Sacconi, Birleşik İtalya'nın ilk kralı II. Vittorio Emanuele'yi onurlandırmak için yapmış. Yani Vikipedi'ye sorsan böyle.


Ulen, mimar adamda öyle bi para ne arasın? 1871'de Roma'ya girip burayı başkent ilan eden kral Emanuele, mimar Sacconi'ye yaptırdı denir ona.


İtalya'da dolaşırken dikkat et. Omzunda Carabinieri yazan herifler bildiğin candarma. Bazan züppe, bazan geçkin, bazan kaçkın, bazan da biraz manyak olabiliyor bunlar. Patria Altarı'nın merdivenlerinde dikilmiş poz verirken bunlardan bi tanesi koluma yapışıp, "Düzgün dur lan" diye anlayabileceğim şekilde bi çıkıştı bana. "N'oluya lan deli?" demeye kalmadan, "Kapitooo? He? Kapitoo?" diye sarstı beni. A, deli mi ne, manyak herif. Çok diklenmedim. 

Altarın üst katlarına çıkış serbest ve bedava. Yap bunu.


 Ben yaptım. Bu tip ile orada karşılaştım. 


Sonra yürüdük gittik Aşk Çeşmesi'ne. Asıl ismi Trevi Çeşmesi bunun. Öyle geniş bi meydanda diil, dar bi sokakta, Poli Sarayı'nın bir yüzünde. 


Ortasında tanrı Poseidon'un durduğu çeşmeyi 1732'de yapmaya başlamışlar. Ay çok pardon içimde tutamıycam, ulen çeşme, seni yapan elleri yerim ben. Nasıl güzel biliyor musun? 


Çeşmenin bir ritüeli var. Sırtını çeşmeye dönüp havuzuna doğru bozuk para atıyorsun. Ha ne oluyo böylelikle? Ay işte aşk diliyorsun çeşmeden. Tanrılar da sana veriyor. Nah! Ben kaç kere attım. Daha da atmam. 


Ama umut sahipleri sadece 2016 yılında çeşmenin havuzuna 1 milyon 400 bin Euro atmış. Valla bak. Bu miktar, Roma'da bir çok müzenin yıllık gelirinden daha çok ve paralar ihtiyaç sahiplerine ulaştırılıyormuş.


Çeşmeden ayrılınca, turistlerin sebil gibi aktığı sokakta kendini beyaza boyamış bu herif, ezbere hareketlerle kurbanlarına poz verdirip çekilen fotoğraflar için para istiyo. Bu kareyi çektikten sonra derhal arkamı döndüm. Sevgi'ye de dedim ki: "Kız, kaç kaç!" 


Sevgi'ye kalsa, her yere ve herkese para verecek. Nerede bir yaralı kedi köpek varsa, kimin başı dara düşse, kimin yardıma ihtiyacı olsa, hiç tanımasına bilmesine gerek yoktur. Sadece benim söylemem bile yeterli. Bir bakarsın Sevgi hemen elini cüzdanına atmış. Yüce gönüllüdür kuzum. Ben onun parasını çeşme soytarısına kaptırır mıyım? 
Ya da ben çok cimriyim, bilemedim. 😋 Bu fotoğrafı, İspanyol Merdivenleri'nin oradaki havuzda çektim. 


 Merdivenleri boşver şimdi, sana bi pizzacıdan söz edicem. Suga var orada. Suga'ya git. Suratsız, dev gibi bir garsonu var. İlk başta öyle sanıyorsun. Hesabı öderken bi bakıyorsun hop iki bardakta ikram limoncello getiriveriyor. Yanağından öptüm dev gibi herifi. "Kız yarın yine gel" dedi. Ay ne gidicem be? Yani en azından yarın. Şimdi gitsem (yani 1 sene sonra), billa uğrar yine öperim deveyi. Pizzaları da ucuz, lezzetli.


E yavaş yavaş hava karardı ve otele dönerken yine Aşk Çeşmesi'nin oradan geçtik.


Katiyen hiçbir şeye binmedik. Yürürken şen şarkılar eşliğinde bu tünelden geçtik. Oh len, ölücez be!


Na böyle yumruk kadar birer de dondurma kaptık.


Attık kendimizi otele. İlk gün böyle bitti.


Ertesi sabah 19 Mayıs. Gençlik Bayramı'nın hakkını vermeye, düştük yollara.


Daha bismillah bu dayıya rast geldik. Sırtını kalabalık caddeye dönmüş. Parmaklar, ilk eklemlerine kadar kulakların içine tıkılmış. Patırtıyı protesto ediyor gibi. Haklı. Benim sonum da böyle. Gürültüye, boş söze, zırvaya, salaklığa hiç tahammülüm yok. Çekip gidiveriyorum canımın sıkıldığı yerden. A, benim tatlı canımdan daha kıymetli ne var? Adamcağız da haklı, ilişmeyin!


Yürüye yürüye Sant Angelo Köprüsü'ne vardık. Bu köprüden öyle ha deyip geçme.


Bi otur korkuluklarının dibine.


Bi bak Tırıvırı Deresi'ne. 
(Tiber Nehri tabii ki)


Bi poz ver...


Sevgi de versin.


Ve herkesin baktığı açıdan bakma dünyaya...


 Sen olabilmenin yolu, kafaya çok daha az şey takmaktan geçer. 
Sev, paylaş, yürü ve git. 


Ahkâm kesiyorum sanma. Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi? Ne savaşlar koptu dünyanın bu en güzel nehirlerinin kıyısında. Ne imparatorlar görkemli saraylar yaptırdı. Ölmeyecek gibi yaşadılar lakin göçüp gittiler. Hiçbir din, hiçbir güç, hiçbir para onları burada tutmaya yetmedi. Gittiler. 


Geride nehirler kaldı, taşlar kaldı, hava kaldı, bulut kaldı. Aynı güneşe bakıyoruz o insanlarla. Aynı sularda yıkanıyoruz. Bu ne büyük bir ders anlayana...


Tırıvırı Nehri, Roma'nın ortasından sapsarı akıp gidiyor. Kafası bozulup zaman zaman taştığı için, Tiber'in kıyıları yüksek duvarlarla ıslah edilmiş. Yoğun bir çamur tortusu ile dolu olduğundan Flavus da denir. Yani sarışın. Taşıdığı tortudan ötürü sahildeki Ostia'yı 6 kilometre kadar içeri çekmiş serseri. Ostia'yı daha evvelki İtalya seyahatimde anlatmıştım. Çok tatlı bir yer. Fırsatın olursa ıskalama, git.


Roma'ya gidince n'apıcan? İllaki Vatikan'a gidicen. Bu benim üçüncü gelişim. İlk gelişimde billahi Papa'ya denk gelmiştim. Ne şans! Vatikan hakkındaki gerçek düşüncelerimi şuraya yazayım istiyorum. Bu ihtişam, bu görkem, bu büyüklük bana hep çok ahlaksızca gelir. Din ile insanları baskı altında tutup kurdukları büyük düzen içinde kasalarını dolduran, dünyaları yöneten, insanları birbirine kırdıran güçler yaptırıyor bu kadar büyük tapınakları. Tanrı sevgisi ile asla açıklayamıyorum. İnanmıyorum, inanamıyorum. Olmaz öyle şey! 
  

Aman be Ev Bezgini. Ver pozunu geç. 


İtalya'ya gidince gluten mluten takıntını bir yana bırak, yumul pizzaya.


Yapış makarnaya.


Lüplet hamurları. Ay hep o Canan Karatay teyzenin icatları. Yeme yeme yeme. Ay niye yemiycem be?


Hem yiycem, hem yürüycem. Bugün çok yürüycem. Öyle karar verdik Sevgi ile. Gide gide bir köprünün altına, evsizlerin içine düştük.


 Yanaştık yanlarına, bu selfiyi çekiverdik. Ay köpek de kulağımı yalıyo o sırada şak şak. Sıcak nefesini sevdiğim...


Az öteye gittik ki, ay hadi bir evsiz kadın daha. Malı mülkü yığmış Tırıvırı'nın kenarına, baygın uyuyor. Allahım, bu insanlar neyler, ne yer, ne içer, nasıl yıkanır? Batılı memleketlerde evsiz insanlar kesinlikle bizdekinden daha çok. Buradan hemen kendine en bi şahane anlamları çıkarma. Güdük taraflarımızı düzeltmeye bakalım bence. Çok büyük hanzoluklar var bizde de, çoook çok!


Burası Garibaldi Köprüsü'nün yakınında bir sokak. Isola Tiberina diye bir ada var Tiber'in üstünde. 


Onun dibinde bu köprü. Geç oradan karşıya. Böyle tatlı kafelere denk geleceksin.


Tabii eğer yürüyerek ya da bisikletle gezmezsen bunları göremezsin. 


Araba kiralasan, Roma'da ciddi bir otopark sıkıntısı var, başına dert alırsın. Ben yaptım, biliyorum. Toplu taşımaya binsen etrafı ıskalarsın. 


Onun için iyisi mi, elin ayağın tutuyorken yürü anacım. Buyur, 31 bin 808 adım. Ömrümün rekoru. Tabii Sevgi sayesinde...


Olaydı bi lapacı hatun, vır vır söylenir, yürümezdi. 


Hem yürüdük, hem yedik, hem içtik, hem de çok eğlendik. 


Yürürken, denk geldiğin kiliselere gir. Hem oturur biraz dinlenirsin.



Bir rahibe org çalar, dinlersin.


Burası Scalea Ugo Bassi.  Haritaya yazarsan çıkar. Daha evvel Roma'ya iki kere geldim ama bu kadar yürümediğim için bunu da görmedim mesela. David Diavu Vacchiato adlı ressam yapmış bunu. Başka merdivenler de boyamış.  


E yürü yürü n'oldu? Hava yüzünü karattı. Yağmur başladı. 


Boşver bi şey olmaz...


Daldık yine bir makarnacıya...


Oh pizzalar da gelsin...
Sana bi şey itiraf edeyim mi? Ev Bezgini'ne başlayalı beri aldığım kilonun haddi hesabı yok. Ay n'apıyim cicim? Her memleketin ayrı güzel lezzeti, içkisi, peyniri, zıkkımı var. Dünya nimetlerini tatmadan gidenin tepesi kel kalsın. Boşveeer!


Ertesi gün. Dönüyoruz artık. Shell sponsorluğundaki iki nefis gün bitiyor. İllaki ne yapılacak? HRC'ye gidip bir güzel kazıklanılacak. Aldım yine tişörtleri. 


Bindik trene. Uçağa gidiyoruz.


Evvela ayağımı uzattığım yerde oturan bu Fetöcü ve intihalci profesör kılıklı herif homur homur söylenip kalktı arkaya geçti. Pis mendebur.


Burası havalimanı metro istasyonu.


Böylesini ilk defa görüyorum.


Hop uçak. Acil çıkış kapılarını aldık. Yayıla yayıla uçucaz şimdi üç saat.


Paralelimize hayvanlar oturmuş. Halbuki, 8 kilodan fazla evciller kargo kısmında gider.


Yanıma bir kaptan oturdu. Gemi kaptanı. İsmini hatırlamıyorum. Nefis bir genç adamdı. Sohbete koyulduk. "Rakı içelim mi lan?" dedik. O da uçakta hiç rakı içmemiş. "Aybettin dostum, bunu ilk kez yapacaksan en iyi yoldaş benimdir. De hayde şerefe!" dedim. Kulakları çınlasın. Yıldızı parlasın...


 Uçaktan bi indik ki! 
Ömrümün en güzel karşılamasını, Sevgi'nin çok kıymetli abisi ve onun kızı Irmak yaptı bize...


Roma maceramızın kısa videosu burada...


Bu seyahatin gerçekleşmesine yol açan bir sürü faktör var. Evvela hayata bir kez daha minnettarım. Bu kadar güzel olduğu için. Sonra canım Sevgi'ye benimle geldiği için, bitanecim Haluk'a bu yarışmayı kazandıran fotoğrafları çektiği için, Shell'e bu yarışmayı düzenlediği için teşekkür ederim. Seyahat zaten tatlı, bedavası baldan da tatlı. Keh keh. 
Oh ne güzel kazandım ama. 😍💪


Bu seyahatin şarkısı bu olsun. Çok seviyorum. 
Hepsi bu! 







Cumartesi, Mayıs 27, 2017 tarihinde yazıldı.

2 yorum:

  1. Yine eğlencim sayende. Bayıldım. Hep gezelim.

    YanıtlaSil
  2. Gezenti yine dört ayak üstüne düştüğün güzel bir gezi ve tabiiki senin kaleminden okumak güzeldi bedava bir geziyede beni götür ��

    YanıtlaSil