BELÇİKA'NIN GÜZELİ BRÜJ


Bazı şehirler dayaklık. Tamam da yani kardeşim, bu kadar da güzel olunur mu?



2 Mayıs 2016 günündeyiz çiçeğim. Gülfem ile Paris'ten bastık, Brugge'e gidiyoruz. Brüj diye oku sen onu. Herkes öyle okuyor. 



300 kilometre yol var. Bi şey diil. Artık iyice kamyoncu olduk.


Bu fotoğrafa iyi bak. Burası aslında Fransa-Belçika sınırı. Schengen çok şahane bi şey. Sınır mınır, sinir minir yok. Bi mavi yıldızlı tabela ile anladık Belçika'ya girdiğimizi. Tabii bizim memleket gibiler için bu sınırdan içeri girmek eziyet. Sigorta dökümün, bankadaki paran, patronunun izin yazısı, ekmek kuran çarpsın ki geri dönücem abi, n'apıcam sizin memlekette, dönerci mi olucam edalarımız. Billa çekilir dert değil. Ha bir de her bir vize başvurusu bilmem kaç yuro. Ulen, gezgin oldum bu kadar, bak yemin ediyorum daha 6 aydan uzun Şengen almışlığım yok. Bence çakallıktan yapıyolar. Her seferinde para almak için. Huuuuhhh, ne biriktirmişim ha. Döktüm buracığa, ooh canıma değsin. 


Ay Brüj'e girdik. Bu ne güzellik kız? 



Otelimiz üç yıldızlı Europ Hotel. Geceliği 58 Euro. Ahah, otelci hatunun, arkadan çekiği bacak hareketini ben de şimdi fark ettim. Piç.



 Yerleşip fırladık hemen. Zaten akşamın 7 buçuğunda geldik. Tek gecemiz var burada. Didiklemek lazım.



 Böyle büyük kilise kuleleri her zaman şehrin merkezini gösterir. İlk hedef ora!



Brüj'ün kent meydanı çok güzel. Tıkla kuzucum...



Peki o zaman restoran bakınalım dedik. Burayı bulduk. Eh pek fena görünmüyor.



 Gümüş takımlar falan eehhh fena değil. Hanedan soyundan geldiğim için bana pek uygun. 



Manzarası da güzel. Eh oturalım dedik...
Şaka be şaka. Çok kazık bi yerdi. Fotoğraf çekip hızlıca fıydık...


Burg Meydanı'da geldik. 




Tompouce diye bir restorana oturduk, beş para etmez. Gülfem sümüklü böcek yedi. Hadi daha az mide kaldırıcı olsun diye salgangoz diyeyim. Ben de tadına baktım. Bok var ya...


Ben de çer çöp bi şeyler atıştırdım. Yaramaz. 


Lakin biralar ve meydan güzel. 


Yemekten sonra, güzel ışıklarla iyice süslenmiş Brüj sokaklarından mest ola ola otele dönüyoruz.



Ertesi sabahın kahvaltısı. Biraz haram olabilir içinde. Fazla takıntı yaparsan aç kalırsın. 



Otelimiz güzel, fakat kaldığımız odanın manzarası bu: Dam! 
O da "Under Reconstruction"


Brüj çok ama çok güzel. Poz vere vere bitiremiyor. Kız diyorum, yapma etme, yarın uçaktan Sabiha'ya ve Pendik'in gudik yerlerine inmek var. Asabımı bozma.



Yok anacım, dinlemiyor...



Brüj'de çok şahane dantel dükkânları var. Öyle böyle değil.



Hem çok pahalı,


hem de tekniği açısından insanın aklını alıyor. Ay yapılır iş değil. 


Hadi bakalım, yola çıkma vakti. Köprünün az ötesinde arabamız var, alıp yola koyulalım.



Brüj'den Amsterdam'a doğru giderken, nefis yollardan geçiliyor.



Brüj'den çıkınca zaten hemen Hollanda topraklarına giriyorsun. Belçika toprakları sağında kalıyor. O ağaç gövdelerinin ötesi Belçika, berisi Hollanda.


Bu sınırsızlık, yani dilediğinde ülkeden ülkeye geçiş şansı, burnumun direğini sızlatıyor. Ben de istiyorum hep böyle takılayım hayatta. 



Avrupa topraklarındaki sadece sınır olmayışı değil, kurallara bütünüyle uyulması, estetik kaygıları, intizamları, her şeyleri beni hem büyülüyor hem imrendiriyor.


Middelburg kasabasına uğruyoruz. 

 
Güzelliği ve düzeniyle o da sıkı bir dayak atıyor.



Pembe gelinlik giymiş ağaçlarının altında poz verip


Hema mağazasına dalıyoruz. Denk gelirsen affetme. Ez başını yuroların. 


Ucuz ve eğlenceli çok şey bulabilirsin.


Middelburg'dan Rotterdam'a doğru yukarı çıkarken Zeeland denen bölgeden geçiyorsun. Deniz-kara-deniz-kara-deniz-kara-deniz-kara... Böyle geçe geçe devam etmek lazım. Eğlenceli bir deneyim.


Zaman zaman köprülerden, zaman zaman da tünellerden ilerliyorsun. Gülfem her tünelde panik atak geçiriyor. 


Arabayı ne zaman ben sürsem köprüye, o sürse tünele denk geliyoruz. Töbe yaa Rabbim! Bi bildiğin var elbet...


Zeeland bölgesinde, deniz karayı basmasın diye alınmış önlemler var. Tümsekler en bilineni. 


Bu videoda daha iyice göstermeye çalıştım. Tıkla kuzucum.



Amsterdam'a vardık. Son durağımız yine Funda ve Ron'un evi... Gece burada dinlenip sabah uçağa yetişeceğiz. Rotamız İstanbul.


Canım Funda, sevgili Ron. 
Hayata minnettarım, yollarımızı kesiştirdiği için. Varlığınız bana hep çok iyi geliyor. Sizi seviyorum. Çok, çok seviyorum.


Hollanda, Belçika ve Fransa'da fink attığımız seyahatin son ayağını bu kliple özetleyeyim istiyorum. Tıkla cancağızım. 


Ve yine hava limanında dönüş yolunda çingeneye dönmüşüm. Kafamda sana anlatacağım onlarca anı, en sevdiğim şeyi yapmaya, uçmaya hazırlanıyorum.



Vay aslanım be! Emirates'in uçağına bak. Param olunca üst katında en önde, pilotun ensesinde oturup gidicem ulen, ahdım olsun!


Bu yazının şarkısı da bu olsun. Yazarken hep bunu çaldım durdum.
Apansız geliveren, gidiveren, hayatımıza değen, başlayan, biten her şey için. Matt Mondro'dan All of a sudden. 





Salı, Mayıs 23, 2017 tarihinde yazıldı.

1 yorum: