FISTIK PHILLY


Tuhaf bi anneyim. Çocuklarımın notlarıyla değil gördükleri ülke sayısıyla şişinebilirim.


Bu yüzden, Nil ile ABD'de olmaktan memnunum. Evvelce Ata'yı da yollamıştım. Bugünkü planımız, Locus Valley'de karlı kayın ormanındaki evimizden 


yün berelerimizi takarak ve  


sımsıkı giyinerek çıkmak, gidip yakındaki rent a car ofisinden kiralık aracımızı almak, sonra da Philadelphia'ya doğru yola koyulmak.


Kiralık araç ofisinde bu sevimli veleti gördüm. Çocuk milletini ayartmak için telefon göstermek her zaman pek geçerli bir yöntemdir, unutma.


 Sonra bastık geçtik Manhattan tarafına.


 Manhattan belki biliyorsundur, bir ada. Etrafındaki karalara köprüler ya da tünellerle bağlı.


Tünelin içi böyle. Tıkla, oynasın. Kısacık ama görmeye yarar işte.


Gülfem'in bi huyu var, tünellerden geçerken panik atak atlatıyor. Lincoln çok uzun değil Allahtan. Onu anlayabiliyorum. Çünkü ben de asansörde öyle oluyorum. Ohh nihayet açık hava.


Yol üstünde Nathan's Hot Dog yiyoruz. Ziftin peki gibi. Verdiğimiz paraya yazık.


Güneş pek kızıltılı, cıvıltılı batıyor. Tadımız yerinde oh Allah bozmasın.


Trenton diye bir yerde Gülfem'den ayrılıp Nil ile Philadelphia'ya geçeceğiz. Gülfem, kuzeye, arkadaşı Sandra'nın evine geçecek.


Biz ana kız Philly'de kalacağız bir gece. Sonra hop Gülfem'in yanına. Trenton'ın sloganı imiş bu: Trenton Yapar Dünya Alır...


Yolculuğun buraya kadarki kısa klibini yaptım sana. Tıklar mısın cicim?


Şimdi Trenton tren istasyonundayız.


İstasyonun içi deliler, donu en düşükler,


evrimini tamamlamamışlar ve


koca memeli zenci kadınlarla dolu.


Gâvur memleketlerinde bi fobim var: Ya ters yöne giden trene binersem!


Hah işte o fobiden ötürü, doğru treni kaçırdım. Oturduk, bir saat daha beklemek zorunda kaldık.


Fırsatı kaçırmayan Nil, hemen Maksude'ye dönüştü. Efendim, hiç sevmediği insanlarmış zenciler, onların içinde kalmış benim yüzümden. :D Salak ya!


Bir saat sonra gelen yeni trene binince yayları gevşedi.


Gidiyoruz. Kızlar bu şekil. Kızın güzeli Avrupa'da. Amerika'da pek bi numara yok.


15. Cadde İstasyonu'nda inip



sonra yeniden bir şeye biniyoruz.



Ay Filadelfiya bizi gece gece pek ışıltılı karşılıyor. Philadelphia yazmak zoruma gitti.


Zaten onların da zoruna gidiyor ki, kısaca Philly diyorlar. Fili... Otelimiz bu. Society Hill Hotel.


İsminin o kadar havalı olduğuna bakma. Eski bir Amarigan binası, imkânlar besbelli ama kazık mı kazık. Gecesi 400 lira civarında.


Neyse en azından yangın merdivenli Amerika apartmanında kalmadık demeyiz.


Merdivenlerden aşağı bakınca manzara bu.


Otele girmeden evvel marketten aldıklarımızı yatağın üstünde tıkınıyoruz. Odada masaya falan yer yok ama fatura kazık. Bari restoranda yiyip iyice göçmeyelim dedik.

 

Ertesi sabah çıktık.


Filadelfiya'yı keşfe gidiyoruz.


Ay töbe bismillah, yolda tavla zarı kafalı bu adamı gördük. Pencüse, severler güzeli gencüse.


Philly'yi didiklemek için 1 tam günümüz var. Akşama, Gülfem'in kalmaya gittiği arkadaşı Sandra'nın sevgilisi gelip bizi alacak. Dıdısının dıdısının dıdısı ile bilmediğimiz bi memleketin, bilmediğimiz bi sokağında buluşup bilmediğimiz bi yere gidicez. Oh, yes!


Philadelphia, ABD'nin ilk başkenti. Ata, yani benim oğlan, evvelki sene gelip pek beğenmişti. Hattâ şöyle dediydi: "Anne kız, ben var ya bildiğin Amerikalıyım. İnşallah bu ülkede yaşarım." 


İnşallah annem. 
Bu fotoğrafı, New York'taki Birleşmiş Milletler Genel Merkezi'nden...


Philly'nin iki büyük caddesi var. South ve Market.


Jefferson yazan bu bina hastane. O kadar büyük ve şehrin ortasına öyle bi yayılmış ki, sanırsın burada kimse hastalanıp ölmez.


Zaten ölmüyorlar da! Dünya, zenginlerin yaşaması için yapılmış bir yer. En uzun ömürlüler sıralamasında ABD yaklaşık 80 yıl ile listenin üst sıralarında. Kendi memleketini merak edersen söyleyeyim cicim, 74 yıl falan ortalama ile 96. sıradayız. Angola mangola hepten perişan. Millet kırkına varmadan cartayı çekiyor, hadi yine iyiyiz, elhamdürü.


Hayatta kalmak için yemek içmek, hep yiyip içmek içinse ucuzunu aramak şart. Yoksa gezemezsin. 7-Eleven buluyoruz bir tane. Large pizza 5,55 usd. Mis.


Yayılıyoruz bir parka. Tıpkı filmlerdeki gibi.


Park sincap kaynıyor. Eksik söyledim, Amerika sincap kaynıyor.


Ve aynı zamanda güvercin.


Nil'in hayvanlarla ilişkisi acayip. Havada uçan kuşu, derede yüzen kurbağayı, dalda seken sincabı cart diye yakalar. Yine öyle oldu.


Kuş kolay tabii... Sıkıyorsa sincabı tut!


Üşenmedi gitti bir paket kuruyemiş aldı.


Hayvanı yemleye yemleye bak taa dibine kadar getirdi. Sol eli görüyor musun, havada.


Hah şimdi bu videoyu izle.


Dedim ama... Isırır, koparır dedim, dinletemedim.


Filadelfiya'nın en mühim şeyi bu bina. Philadelphia City Hall bunun adı.


Ortasında Penn Meydanı ve bu meydana açılan kapılar var. 167 metrelik kulenin tepesinde, Pensilvanya eyaletini kuran William Penn isimli dayının heykeli duruyor.


Taş kuleyi 1871'de dikmeye başlayıp, 1901'de bitirmişler. Binlerce ton taş ve 88 milyon tane tuğla kullanmışlar.


Isırılan parmak havada. Niye? Zonkluyor tabii... E, anne sözü dinliyceksin. Bi de kudurur muyum sancısı var. Kudurmazsın. Daha ne kadar kudurcan?


Filadelfiya ABD'nin en büyük şehirlerinin beşincisi. Sana bir şey diyeyim mi, New York'tan bile daha tatlı.


Bu, ABD'nin ilk bankası. Kuruluş yılı 1797. Şehrin metrosu ise 1907'de kullanılmaya başlanmış.


Penn Meydanı'ndaki kapılardan biri Market Street'e açılıyor.


O caddede de Hard Rock Cafe var. Iskalamayız. Madalya vericekler ya!


Tişörtü kapınca parmak yumruk oluyor tabii...


Fakat birayı vermiyorlar. ABD'de alkol içebilmek için 21 yaşında olman lazım. Kimliksiz katiyen alamazsın. Fakat sahte kimlik işi de almış yürümüş, ben diyenlerin yalancısıyım.


He he, benim yaşım 44. İstediğimi içerim.


Bu ağaçlar niye böyle çuvala girmiş diye Nil'e soruyorum. Maksude olup cevap veriyor: "Bizim aklımız Amerika'nın aklına erer mi?"


Ermiyor tabii, ühü, fırk!


Saatler akşama yaklaşıyor. Otelin olduğu yere gidip bizi almaya gelecek Brett'i beklememiz lazım. İsmi bu olan bi pet shop görünce sana da göstermek istiyorum.


Şimdi bak mavi topu görüyor musun? Hah, Kırmızı işaretli Fili'den kalkıp orman içindeki o mavi topa gidiyoruz.


O mavi topta bu güzellerin evi var. Sandra ile Brett... Sandra, Gülfem'in eski arkadaşı. Adamı, çöpçatan sitesinden bulmuş, ayyy bayıldım. Ne centilmen bilsen!


Kapkaranlık orman içi yollardan, derelerden, tepelerden, köprülerden geçe geçe gidiyoruz.


Ev çok güzel. Orman içinde, iki katlı, ahşap tavanlı, şahane bir şey.


Nil yine arkadaş buldu. Pet shoplara "Abi, hayvan var mı?" diye giren biri bu...


Sofrayı hazırlamaya koyulduk.


Nil, Maksude olup yardım etti.


En sonunda masaya kurulduk.


Buraya kadar ne oldu diye şu kısa klibe bi bakalım. Ayh, yaz yaz yoruldum ben de... Bi de bunları sıraya koy, unuttuğunu hatırla, Nil'e sor, Gülfem'e sor. Kolay değil bak. Aklım az zaten.


Soframız lezzetli.


Ev sahiplerimiz ballardan tatlı. Sandra ukulele çalıyor...


Nil de piyano...


Türkiye'den Cafer Erol'dan alınan lokumlar sofraya geliyor.


Kafalar da iyice güzelleşince, Brett, Maksude gibi konuşmaya başlıyor. Allahım, ne güldük ya hu!


Sabah olunca gözümü böyle bir odada açıyorum.


Tuvalet penceresinden manzara bu!


Ay meğer kaldığımız ev de buymuş. Gece kör karanlıkta gelince bir şey anlamamışız. Etrafımızda başka ev yok.


Gülfem dün biz Philly'de iken buralarda yürüyüşe çıkıp yukarıdaki çiftlikte, boynuzu yanağını delen bu hayvancağızın fotoğrafını çekmiş. Sandra yetkilileri arayıp haber verdi. "Aaaa, gebertiriz biz o adamı vallahi" mealinde bir şey söylemişler.


Buradan ayrılmadan evvel o çiftliğe çıkıp bakalım dedik, bahtsız hayvancağız ne hâlde. Göremedik. Gelip aldılar herhalde.


Belki de sırf o hayvancağızın derdi ortaya çıksın diye bu kadar yol gelmişizdir ha? Ay, sığır fotoğrafı çekicem diye, bu tellere takıldım, meğer elektrik varmış, çarpıldım be!


Gece gördüğümüz o küçük köprüye bak ne güzel.


New Jersey'ye gidiyoruz.


ABD'ye gidince illaki büyük alış veriş merkezlerine dalıp bir şeyler alıyor insan. Niye? Çünkü benim yanımda Nil var. Senin de geçerli bir sebebin olacaktır, merak etme.


Fiyatlar indirimli. 360 Dolarlık bir şeyi 140 Dolara bulabilirsin fakat senin paran burada para etmediğinden yine kazık, hep kazık...


Ben de gücüm yettiğince yavrunu sevindir yapıp çokça tak çıkarla oyalanıyorum.


Acıktık. Bi hamburger yuvarlayalım.


O ara, cebimdeki paralarla oynarken bunun tarihine bakıp şaşırıyorum. 1939'dan beri tedavülde.


ABD'de klozetlerin önü böyle açık. Ayrıca sifonu çekince adamı yutacakmış gibi yapıyor. Üşenmedim video çektim.


Tıkla bak... Arkadan Billy Joel çalıyor. Nil kapıda bekliyor demek ki. Eminim ondan geliyordur.


BİM'den don almayı marifet sayan bendeniz elbette buralarda para yemem.


Lakin ocağıma incir dalları ile gelen Nilciğim hiç affetmez.


Eee, göt to be.
Or to be a göt. 
Yerse!


 New Jersey'de, Manhattan'a yakın Secaucus diye bir yer var. Bu ev Sibel ve Niyazi'nin. Eskiden Gülfem de bu mahallede otururmuş, duvardaki resimleri de zamanında o yapmış.


Nil ile bana da bir oda açtılar. Bunlar nasıl unutulur?


Nefis şaraplar ve peynirler ikram ettiler.


Niyazi müthiş yemekler yapmış, ellerine sağlık, keselerine bereket.


Gece inince, iki köpeklerini koynumuza alıp uyuduk. Çok gırlıyor bunlar. Irklarını diyemem şimdi sana. Nil'e sormam lazım. Motor gibi ses çıkarıyor bu itler, ay...


Sabah oldu. Sibel işe gitmiş. Niyazi soya sütü, meyve ve yulaftan kahvaltı çanağımızı hazırlıyor.


Niyazi, Türkiye'den ABD'ye giden Türkleri gezdiriyor, aklında olsun. Eğer ona ulaşmak istersen BURAYA tıkla.


Çok teşekkür ederiz, çok çok çok... Allahaısmarladık!


Hay maşallah, amma yazmışım yine ha! Yarın Canan ile buluşup Manhattan'da gezeceğiz. Canan, bir zamanlar ekrana kilitlenip izlediğimiz Hamdi Alkan'ın eski karısı olan güzel Canan. Sen şimdi tuvaletin kapısından gelen bu şarkıyı dinleyedur, ben yarının fotolarını yükleyeyim. Bi nefeste onu da anlatıveririm sana cicim. 
Canım cicim... Sağ olasın cancağızım. Öptüm.







Pazartesi, Haziran 13, 2016 tarihinde yazıldı.

0 yorum:

Yorum Gönder