Hindistan'daki üçüncü günümde kızıl şehir Jaipur'dayım. Gösteri günbegün daha görkemli hâle geliyor.
Senin daha rahat anlaman, benim de daha net anlatabilmem için haritayı tekrar göstereyim. Kuzey Hindistan'da Altın Üçgen denen bu bölgeyi didikliyorum. Yeni Delhi ve Agra tamamdır. Bugünki durağım Jaipur...
Sabah Ramada Oteli'nden haysiyetli bir kahvaltı ile gayet memnun ayrılarak
bizi almaya gelen Ashok ile yeniden yola koyulduk.
Yollar yine bildiğin düzen: Dat dat dit dit...
Hiç durmadan, biteviye.
Hiç durmadan, biteviye.
Ay amma havaleli yüklemiş, yatıracak bisikleti.
Yanından geçerken iştahla gülümsüyor, ben de ona...
Haritada "pink city" yazdığını gördüm ama Allah içün ben bunu sadece bir isimden ibaret sandım.
Meğer sokak lambalarından tut
bir kısımdan diğer kısma geçerken dikilen kapılara kadar her şey kırmızı taştan yapılmış da ondanmış.
Burası çarşı. Dükkânlar henüz açılmamış, daha erken, derkeen,
ay bismillah bu ne güzel bina!
Hawa Mahal imiş bunun adı. 1799'da yapmışlar.
Rüzgârın ya da meltemin sarayı diye biliniyor. Dantel gibi işlendiğinden dışarıdan içerisi hayır ama içeriden dışarısı evet görülebiliyor. Kadınların mahremiyeti için.
Bu mahremiyet kaygısını pembe kumtaşından yapılmış diğer binalarda da görebiliyorsun.
Jaipur'un kalbindeki Pink City'nin 9 km kadar kuzeyinde başka bir saray var. Amer Fort. Onu görmeye gidiyoruz.
O sarı kapıdan geçince solda yine pek görkemli bir Hindistan binası ile karşılaşıyoruz.
Uf şuna bak, surlar Çin Seddi gibi taa tepelere çıkıyor.
Amer ya da aynı zamanda Amber diye bilinen bu kale, Maotha Gölü'nün kenarındaki yamaca inşa edilmiş.
Gölde ise kaleden tabak gibi görünen Kesar Kyari bahçesi var.
Amber'in girişinde ikinci rehberimiz Raju ile buluştuk.
Aşağıdan yukarı doğru bakınca sıra sıra filler gördüm.
"Ata leeeen, yukarı fille çıkılıyo anaaam" diye çığlık attım.
Turistsen napıcan? Ya deveye binicen, ya file, ya eşeğe. Ah bizde zerrece akıl var mı acaba...
Anlatıyorum bak dinle.
Ben evvela, "Binmem lan file mile, çok yüksek o, apartman gibi, çok da klostrofobik, inmek istesen inemezsin" dedim. Ata kızdı.
"Anne köylü müsün ya? Jaipur'a kaleye geldik, bütün millet biniyo, bi senin canın kıymetli di mi" dedi...
"Bana bi izin verin" deyip, kenarda 2 dakika düşünüp kendimi gazladıktan sonra, "Tamam lan biniyorum" dedim.
Bak şimdi şu turist kardeşlerin bindiği şeye bak Allasen. Bizim de oturacağımız o pembe sepet iple bağlı ve hayvancağızın kuyruğunun altından geçiyor. Önden de bağlı ama hareket ettikçe ve sen kaykıldıkça iki yana yatıyor o sepet...
Neyse yüksek bir platformdan file bindik. İnmek de inemezsin yani, imkânsız.
Sana göstereceğim diye gülümseyen fotoğraf çekeyim dedim ama yavaş yavaş üçbuçuk atmaya başladım.
Yukarı çıkan filler şu dilimli duvarların dibinden tırmanıyor ve sen duvardan daha yüksekte kalıyorsun. E Ata kocaman adam. Biz kaykıldıkça sepet oynuyor. Ulan diyorum, bunlar sivrisinek sürüsü gibi millet, can kıymeti de bilmezler, ne anlar bunlar file sepet bağlamaktan, kesin aşağı uçacağız!
Çünki yer yer altımızdaki duvar görünmüyor sadece uçurum ve uçurumun üstündeki ayaklarımızı görüyorum. Ayyh... Bak tıkla şu alttakine tıkla...
Anladın mı şimdi... Yani kime güvenip neye binmişiz... O, "Ayyh çok mutluyum" kahkahalarıma da inanma. Nasılsa ölücem, bari gülerek gideyim derdindeyim. Videosu da hit yapar.
En sonunda şükür Allahıma bu düzlüğe geldik.
Arka dağlardaki surlara bak... Tıkla fotoğrafa, büyüyor.
Filde o kadar tırsmamla eğlenen Ata, o tepedekileri işaret edip "Ey benim saf anam, yine file binmek zorundasın, o arkaya nasıl çıkacağız sanıyorsun" diye ödümü saframa, saframı aklıma, aklımı kıçıma karıştırdı affedersin.
Sarayın girişinde, bizimle aynı otelde kalan Amerikalı bir abiyi gördük. Arka yoldan otobüsle mi çıkmışlar ne, bize "Aa, fili nereden aldınız" diye sormuş. "Ecdadımız Osmanlı... İstanbul'dan bununla geldik" deseydin dedim Ata'ya...
Bak şimdi sana bir şey söyleyeyim. Biz ilk geldiğimizde Tac Mahal ile başladık ya anıtsal bina ziyaretlerimize...
Tac Mahal aklımızı öyle bir aldı ki...
Diğerlerini sana anlatırken eksik bırakmaktan korkuyorum açıkçası...
Amber Fort da bunlardan... Tavanı görüyor musun, hep ayna ayna ayna...
Taşlar zaten yine dantel gibi işlenmiş ama ayna çok fantastik bir şey ya hu...
Üstelik minnacık minnacık deli işi ufacık parçalarla süslemişler tavanı ve duvarları. Billahi saygı duydum.
Gün ışığında bile şıkır şıkır yanan aynalar,
gece olduğunda kandil ya da mum alevi yüzünü yaladığında nasıl bir gökyüzü şölenine dönüşüverir, lütfen hayal et...
Amber Fort'ta biz mest olduk, bu da olmuş hâlimiz.
Göldeki bahçeyi arkamıza alıp bu fotoğrafı da çektirdikten sonra
rehberimiz Raju dedi ki, "Gelin şimdi sizi şu taraftaki kadın odaları kısmına götüreyim"
Giderken bu tünelden geçtik.
Bu eski kapıyı gördük. Bu kapı ile
tam karşısındaki bu bahçenin deseni aynı imiş.
Sarayda bir de Türk Hamamı var. İsmi tamamen böyle.
Hamamın duvarları da sakız gibi mermerden.
Kadınların odalarının olduğu taraf ise böyle bir yer. Nispeten mahrem.
Mahrem ama fresklere dikkatle bakarsan
Derken oradan Amber Sarayı'nın sapsarı giysili temizlikçilerinden biri geldi. Kaptım elinden süpürgeyi...
"Ne kız senin bu kaderin, hep saray mı süpüreceksin?" dedim, sanki anlayacakmış gibi.
"Ver biraz da ben süpüreyim. Beyaz adamın evvelden ettiği sömürünün hıncını benden al şakacıktan" dedim. Ayol kadın ne anlasın?
Anlamış meğer sarılı ve sarili zilli. Asılıverdi yemenime.
Biz haha hihi gülerken sesimizi duyan diğeri geliverdi arkadan. Bunlar çete tamam mı, hemen para istemeye başladılar.
Elimle parmağıma alyans, alnıma bindi, burnumun altına bıyık yapıp, "Yok bende yok, koca yok, para da yok" diye onlardan beter bi ağladım, caydılar...
Amber Fort'un, kimbilir evlerinin dört duvarında nasıl hikâyeleri olan bu kadınlarını
hep gülümseyerek anacağım. Hep. Çok etkileyicilerdi. Süpürgeleri, bilezikleri, sarileri, sessizlikleri, gizemleri ve bulundukları yer ile...
Amber Fort'tan böyle mest olmuş biçimde ayrılırken
ay bu şopar yapıştı.
Girişte filin üstünde fotoğrafımızı çekmişti ya, 2 bin Rupi'ye satmaya çalışıyor. "Hadi len, saklasın, bakıp bakıp bizi anar" dedim. Hiç oralı olmadığımı anlayınca 8 kare fotoğrafı 200 Rupi'ye bıraktı. 8 Lira yani.
Hindistan'da bütün rehberler hanutçu. E haklılar da. Ben de olsam öyle yapardım. Bu rehber de taşbaskı atölyesine götürüp mal almamızı sağlamaya çalışıyor.
Ben almayacağımdan çok eminim de
buradaki baskılara hakikaten bayıldım.
Öyle bizim Çorum'da ve etrafında yapılan tel maşa Hitit işi örtüler gibi değil.
Önce ilk baskı ile çerçeveyi çiziyorsun.
Bak böyle...
Sonra ikinci baskı ile başka bir renge boyuyorsun desenleri. Ama iç içe...
Sonra üçüncü
Sonra dördüncü derken
rengârenk bir fil yaptırıyorlar sana. Sen de kendini bir şey sanıyorsun.
Taşbaskıdan sonra rehber "Sizi rasathaneye götüreyim mi?" diye sordu. "Ay ben istemem rasathane masathane, beni sokaklarda gezdir Allahaşkına" dedim. İyi ki de öyle yapmışım. Jaipur aklımı aldı aklımı...
Önce şunu göstereyim. Hindistan'da İçici Bank diye bi banka var. Ayıptır günahtır kardeşim. :)
Jaipur çok süslü bir kent...
Bak bok götürüyor, o ayrı...
Fakat müthiş etkileyici.
Pislik ve açlıktan bitap düşmüş köpecikleri
bir değil, birden fazla yerde karşıma çıkınca
ve bu dilenci adamın gözleri gibi ok misali kalbimi delince
çok üzülüyorum lan, bakmayın bana öyle.
Üstteki dilenciden ve teyzelerden sonra bu amca da fotoğrafını çekince para istiyor. Oralı olma. Hindistan'ı sen kurtaramazsın. Bas deklanşöre yürü, koluna yapışan yok.
Aa, bak neye rastladım. Çok halecanlı. Fakat abi çok ters bakıyordu, para diye koluma yapışmasa da kobrasını peşime salar diye derhal sıvıştım oradan.
İşte bu da videosu. Tıkla...
Hindistan sokakları hakikaten inek ve
inek boku dolu. Bastığın yere iyi bak!
Ama sen muhakkak tadını çıkar. İlk geldiğindeki o aman Allahım hissini kaldır at.
Bokun içinde açan çiçekler ülkesinin keyfine bak. Bir daha nerede bulacaksın?
Çok âlem bu Hintler ya hu! Atın toynağını pembeye boyuyorsun ama birazdan boka basacak onu hesap etmiyorsun.
Bak bu videoda da ineğin onların hayatındaki yerin tam olarak ne olduğunu anlayabilirsin.
Sokaklarda böyle küçük tapınaklar var. Yani ne diyeyim, şapel gibi, mescit gibi.
Tabii ki oralar da pislik içinde. Ama sana bana pis. Onlar rahatsız değil.
Seyyar yemekçilerde elle yiyenler mi istersin
sokak berberine tıraş olanlar mı,
kamyonetinde yan gelip yatmış iş bekleyen aylaklar mı,
hepsi ama hepsi bu rengârenk ve leş gibi sokaklarda.
Bak sürekli pis diyorum, bu seni korkutmasın.
Hindistan'a gidersen, bu sokak şeylerinden yiyip içmeyeceksin. Çantanda muhakkak konserve ve bisküvi olsun.
Ne olduğunu bilmediğim bu şeylerin tadına bile bakmadım...
Merak dahi etmedim.
Fakat manavlar çok renkli.
Ayrıca mısır ve pirinçten üretilmiş patlakları ve gevrekleri çok seviyorlar. Bunları envai çeşidi var.
Gide gide çiçek pazarına geliyoruz.
Adamlar,
kadınlar
oturmuş renk renk çiçekleri ipe diziyorlar
Böyle çiçek kolyeleri yapıyorlar. Dinsel ritüellerinin bir parçası bu çiçekler ve bugün de Krişna Festivali var.
Onu da buradan izleyebilirsin...
Sevgili Kızıl Kent Jaipur, seni çok sevdim. Belki bir daha görüşürüz, bunu kim bilebilir!
Jaipur'dan sonra rehber ayrıldı. Şoför ile kaldık "E n'apak?" dedik. Bizi havalimanı yolundaki Birla Mandir Tapınağı'na götürdü.
Girişteki bu göbekli polis dayı ile samimi oldum ki,
tapınağın asıl sahibi Şiva'nın önüne bağdaş kurup bu fotoğrafı çektirebileyim.
Fakat tapınağın kapısına gelince
içinde fotoğraf çekilemediğine çok bozuldum...
Ama ben sana içeride ne olduğunu söyleyeyim: Bildiğin, üç tane en süslüsünden vitrin mankeni. Sorsan tanrı bunlar. Bissürü insan bunlara çiçek bırakıyor. Bi ara kaçak basayım deklanşöre dedim, yakalandım. Bıraktım.
Tapınaktan bi çıktık ki, ah canım Ashok yorulmuş, uyuyor kuzum...
Uyandırdık. Havalimanına doğru yola çıktık.
Hindistan'ın bir ayarı yok. Hem fakirlikten kırılıyorlar hem de böyle binalar dikmeyi biliyorlar. E ne onu yap ne bunu, bul ortasını... Benimki de laf. Sanki bizim memlekette adalet yağmur oldu, yağıyor!
Sevgili Ashok, güzel kardeşim, hakkını helal et. Bu çocukların günlük bahşiş miktarı 300 Rupi civarında. Ben de 1000 Rupi verdim. Kıvanç beni önden uyarmıştı.
Bir ipucu vereyim, Hindistan'da havalimanına giderken uçak biletini ispat edebileceğin bir çıktıyı, elektronik postayı mutlaka yanına al. Bilet yoksa, limana giremezsin...
Ve Altın Üçgen macerasının sonuna geldik. Birazdan kalkacak Air Costa uçağı ile güney Hindistan'a, Chennai'ya, taaa şurada bahsettiğim Kıvançlar'a gidiyoruz...
Takipte kal lütfen. Bir iki güne kadar sana Güney Hindistan'da gördüklerimi ve Hint Okyanusu'nu anlatıp göstereceğim. Seviyorum seni biliyorsun, bunları gezmek ve yazmak kadar okumak da bir emek ve haktır. O hakkı bana helal et...
Meraklısına bütçe notu: Eğer sadece buraya kadar bu turun aynını gerçekleştirmek, Altın Üçgen'de gezmek istersen, benim satın aldığım Delhi/Agra/Jaipur turu iki kişi için 30 bin Rupi. Buna oteller, araç kirası, şoför ve rehber ücretleri dahil. Bizim para ile 1500 Lira civarında. Bahşiş, yemek, Tac Mahal girişi ve alışveriş ile 2 bin Lira'ya yuvarla sen onu. İstanbul-Delhi-İstanbul uçuşu için kişi başı 2000 Lira civarında bir parayı da göze alman gerek. Hadi şimdi uyu, işe veya okula gideceksin... İşyerindeysen kaytarma daha fazla, dön çalış, para lazım. Çok para çoook.
Meraklısına bütçe notu: Eğer sadece buraya kadar bu turun aynını gerçekleştirmek, Altın Üçgen'de gezmek istersen, benim satın aldığım Delhi/Agra/Jaipur turu iki kişi için 30 bin Rupi. Buna oteller, araç kirası, şoför ve rehber ücretleri dahil. Bizim para ile 1500 Lira civarında. Bahşiş, yemek, Tac Mahal girişi ve alışveriş ile 2 bin Lira'ya yuvarla sen onu. İstanbul-Delhi-İstanbul uçuşu için kişi başı 2000 Lira civarında bir parayı da göze alman gerek. Hadi şimdi uyu, işe veya okula gideceksin... İşyerindeysen kaytarma daha fazla, dön çalış, para lazım. Çok para çoook.
Cuma, Mart 13, 2015 tarihinde yazıldı.
Helal olsun laynnnnn..:)
YanıtlaSilSenin kelini öperim, rujlu gezersin. :)
SilNe güzel kükrüyor laayyyn diye. :)
Güzel geziyorsun senin leylek hep havada Banu :)
YanıtlaSilBu ayın sonunda İzmir'e de iniyor benim leylek. :)
SilHelaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaal olsuuuuuuuuuuuun ablaaaa :) Ne güldüm yine laaaaaaaan :))
YanıtlaSilAllah iyiliğini versin. :)
Silblog yazılarınızı çok büyük bir keyifle okuyorum kaleminize sağlık.
YanıtlaSilBu yorumlarla ben de çoook mutlu oluyorum...
Silçok güzel bir yazıydı yine resmen yaşadım ben de sizinle :)
YanıtlaSilNe mutlu, billahi yani...
Silbeni de zehirlediniz banu hanım, kısmet olursa 18 mayıs'da new york sonra san francisco, LA ve san diego :)
SilAy n'oldu amariga, anlat anlat anlat... :)
Silgeldi yine iki gözümün çiçeği................
YanıtlaSil