SOMA MADEN FACİASI

Bu bir maden faciasının kısa öyküsü... Yazılmasa, çok iyi olurdu!

Soma maden faciası

Ev Bezgini, bu kez eğlendirmek için yazmıyor. Maalesef, bu yolculuk bir acının ciğerine, yüreğine, tam merkezine yapılıyor. Bu sefer evde duramama sebebim, Soma'daki acıya tanıklık etmek ve yalan yanlış haberlere kulaklarımı tıkayıp hayatta itimat telkin etmeyi başardığım dostlarıma gördüklerimi anlatmak arzusu. 


13 Mayıs 2014 Salı günü, saat 15.30 sularında ben İstanbul'da bisikletli ve gazeteci arkadaşlarımla laylaylom yaparken, o dakikalarda memleketin çok da uzak olmayan bir noktasında birilerinin kıyameti gelmiş, ölüm metrelerce derinde, "maden ocağının dibinde" yüzleri kara boyalı yüzlerce adamı kıstırmıştı. Ancak bizim bundan zerrece haberimiz yoktu. 


Telefonlarımıza düşen flaş haber bildirimleriyle Soma'daki maden patlamasında işçilerin toprak altında kaldığını öğrendik. Ancak haberler, aşina olduklarımızdan farklı bir dil kullanıyordu bu kez: Göçük altında YÜZLERCE mahsur! Yüzlerce diyorum bak dikkat et... 



Soma Holding'in kömür ocaklarından Eynez'deki patlama ve yangını bu canlandırma ile kafanda kurgula... Şimdi ben de sana orada ne gördüm, ne duydum bunu anlatayım. 

Hakan Kumuk Nur Banu Molla Soma maden faciası

Soma'daki olayın ufak tefek bir maden kazası olmadığı açıkça ortaya çıktığı vakit, gazeteciliğe başladığım yıllarda Günaydın Gazetesi'nde tanıdığım acar muhabirlerden Hakan Kumuk'u aradım, "Hakan, kalk Soma'ya gidip bakalım" dedim. 


Yola çıkabilmek için 16 Mayıs gününü bekledik, zira Hakan, Antalya'da Arçelik'in büyük bir toplantısını fotoğraflıyordu ve İstanbul'da değildi.  


Balıkesir'den sonra Savaştepe'den geçtiğimiz Soma yolu burası. Biliyor musun, İstanbul'dan 450 km ve 5-6 saat mesafedeki Soma'ya 11 saatte ulaştık. Niye? Devletim TEM otobanını Temmuz'a kadar kapadığı, hepimizi E-5'e yığdığı ve denizden alternatif ulaşım seçenekleri sunmadığı için... Hakkım geçti o yolda bu devlete. Helal etmiyorum. 


Daha önce hiç gitmediğim Soma'ya bu ilk girişimde korktum. Yok aslında korkmak değil de bak nasıl anlatayım... Ölümü gördüm. Ölüm, gözle görülmez. Ama Soma'da görülüyor. Biz vardığımızda, sayısı yüzlere ulaşmış madencilerin, yer altında alevler ve dumanlar içinde can verirken attığı çığlıkları sanki havada asılıydı. Çok garipti Soma. Çok sessizdi.  


Polis ve asker, bir gün önceki protestolara karşı şehrin ve madenin girişlerini tutmuş, kuş uçurtmuyordu. Hakan'ın sürekli sarı basın kartı sayesinde kolayca girdik. Her yere... 1991'den beri sektördeyim, benim sarı basın kartım yok. Maden dramının arasına bizim yani habercilerin uğradığı haksızlıkları sokmayacağım şimdi. Ama bunu bi aklında tut yine de... 


Kent merkezindeki tek kalabalık, belki de hayır için dökülen bu lokmanın başındaydı. 


Ağlıyor gibi değil mi?  
Ben Soma'da hiç ağlamadım. Ama şimdi klavyemi sel götürüyor, bilesin... 


Ve beni ağlatan, Hakan Kumuk'un acıyı gözüme sokan, cam gibi yansıtan fotoğrafları. Okumaya devam et... 


Otobüs duraklarına ve duvarlara ölü ve yaralıların listesini asmışlar. Çok kalabalık bu listeler, çok... 



Soma'nın canı çok acımış Allahım... Bak gerçekten acıyı elle tutabiliyorsun gibi. Havada müthiş bir ağırlık ve sessizlik var. 


Acının asaleti dediğim şey, Soma'da sükûnet ile tezahür ediyordu. 



Buna benzeyen toplu bir acı deneyimine, 17 Ağustos sabahı gittiğim Gölcük'te şahit olmuştum. 


Kardeşim Gölcük Donanma Komutanlığı'nda askerdi ve öldüğünü sanıyordum. O kâbusun içinde hissettiğim bir şey vardı, şimdi onu itiraf etmenin sırası. Kardeşimi ölü bulacağımı düşünürken aldığım her ölüm haberinde acım hafifliyor ve ben daha çok susup ağlamıyordum. Nasılsa onlar da ölmüştü. Ölüm hepimizi bulmuştu. Bu kadar insanın öldüğü yerde, ölüm sıradandı ve çok büyüktü ve korkunçtu ve ama ama ama... İşte hepimiz ölmüştük ve biz susmalıydık... Sadece susmalıydık. Şimdi... Hemen... Önce... Önce susmalıydık. 


Soma da öyle yapmıştı...


Bu mezarlar açık ve ebedi istirahatçilerini beklerken, sosyal medyadaki yalan haberler, iftiralar, kıçtan uydurma fotoşoplar, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "İsrail dölü" diyerek tokatladığı Somalı, Somalı'nın sonradan neredeyse Başbakan adına özür dilemesi, Enerji Bakanı Taner Yıldız'ın karanlık sakalı, CHP'nin "Ay bak biz demiştik" tavrı, haber bültenlerinin insanı verem eden kurguları, saçma sapan köşe yazıları almış yürümüştü.  


Soma derdinden kavrulurken, ocak faciasının acaba neden Gezi olaylarının yıl dönümünde meydana geldiğini sorgulayan hasta kafaları da görünce Facebook'tan işte bu çığlığı attım. 


Bu manzaradan kim hoşnut olabilir? Bunu bilerek kim yapabilir? Bu kimin işine yarayabilir? Paylaşılmış deliliğin ve paranoyanın bu ülkeye hâkim olduğu başka bir dönem sanırım olmamıştır ve idareciler bunun sebebini bir zahmet kendinde arasın. Kimse ölü eti yemeye kalkmasın! 


Zaman, kavga zamanı değil, olay yerine koşma ve tanıklık etme, hemhâl olma zamanıydı. Biz de bu otomobillerin peşine takılıp 


Soma Belediye Mezarlığı'ndaki 


Maden Şehitliği'ne gittik...


Hiç kimse aksini iddia etmesin, maden işçiliği bu dünyanın en kahırlı, en dramatik, en zor, en riskli işi... Meslek demedim bak. Böyle meslek mi olur? 
Allahım! Kulunu, yerin yedi kat dibine gönderip, ekmeğini oradan çıkarmayı kim icat etti? Kim? 


Termik santrallerde kömürden elektrik üretmeyi kim buldu? Güneşin, rüzgârın da enerji üretmeye yaradığı, artık teknolojinin, adamın yüzüne diğer adamın yüzünü nakletmeyi mümkün kıldığı günümüzde, neden, neden, neden hâlâ kömür ocakları var? Hadi diyelim var olmak zorunda, hadi diyelim ben mankafalının tekiyim, peki o zaman neden bu kadar tehlikeli bir işte, maksimum önlemler alınmıyor?

Soma maden faciası

Bu maden işçileri dünyaya neden bu kadar kaygılı bakıyor?


Soma maden faciası

Bu adamların maaşları neden 1200 ila 1800 lira?


Soma maden faciası

Bu adam neden yerin 400 metre altından madenci arkadaşlarının cesedini çıkarıyor?


Soma maden faciası

Bu adamın sendikası ne iş yapar? 

Soma maden faciası

Neden hiçbirinin ağzını bıçak açmıyor? Bu adamları kim sindiriyor? Bu adamları kim eziyor? O kömürleri kim yiyor? O kapkara kömürler birilerinin dünyasını apaydınlık kılarken


birilerinin dünyası niye kararıyor? 


Gencecik çocuklar niye toprağa gömülüyor?


Geride kalanlar niye bu kadar acı çekiyor?


Çocuklar neden babasız...


Soma maden faciası

... ve babalar neden çocuksuz kalıyor?


Bu kurban olduğum kadının çilesi ne?


Nevzat Amca, evladının bardağına değil de neden mezarına su döküyor?
Neden neden neden? 


Madencinin kaderi neden ölmek ve bu işin fıtratında neden bu olsun?


Bu bacılar neden yeni doğan bebeklerine değil de ölen kocalarına Kuran okusun?


Toprağa can verecek kazma kürekler, neden canları toprağa vermek için kullanılsın?


Bu bebeler niye yetim kalsın?


Bu adamlar daha çok kömür çıkarmaya zorlanırken, neden daha çok para kazanmasın?


Bu sorularımın cevaplarını, madende oğlunu yitiren emekli madenci Nevzat Amca'da,  


adını bilmediğim 29 yaşındaki bu madencide, 


parmağını ve sağlığının çoğunu ocakta bıraktıktan sonra yer üstü görevine alınan bu madencide ve  


AK Parti Manisa Milletvekili Selçuk Özdağ'da aradım...  


Nevzat Amca, aç düzenlerin vahşi yöneticilerinin çok seveceği türden bir işçi. Mütevekkil... Sanki, madende ölmemesi başına gelebilecek en şanslı durummuş gibi bir hâli var. Dolayısıyla oğlunun başına gelen bu şanssızlık da Allah'tan... Ya evet tamam ama Nevzat Amca bak şimdi... Of yaaa! 


Hâli hazırda çalışmaya devam eden madencilerden bak yemin ediyorum bir tanesi bile "Hamd olsun, çok şükür" demiyor. Denecek durum yok çünkü. Her gün 800-900 metre derine iniyorlar. Sadece kömürü kazacakları yere ulaşmak için 1 ya da 1 buçuk saat yürüyorlar aşağıda. Vardiya amirlerinden şikâyetçiler. Çünkü amirler maaş ve üzerine prim aldığı için madencileri zorluyor. Oysa bu adamların bir tek kuru maaşı var. Yemeklerini evden getiriyorlar. Çünkü işveren, verdiğini sandığı işin içine yemeği eklemiyor. Yemek parası diye bir şey ekliyor. O da ayda 50 Lira. Ey Allahsızlar, Allah'tan korkun be!


Patlayan Eynez Ocağı'nın kapısında Mebus Selçuk Bey'e de sordum bunları. Mesela diyorum ki, "Ay bu maaşlar niye bu kadar güdük?"... "Devlet daha iyisini veriyor" diyor... "Yani ne kadar daha iyi" diyorum, yanındaki adamlara seslenip ağzını şişire şişire teyit ediyor: "Bir buçuk asgari ücret kadar" 
Benden bir dakika kadar önce TRT muhabirine röportaj verirken "İslam, Allah, tevekkül, itikat, inanç, iman" kelimelerini bolca kullanan kareli ceketli Selçuk Bey'i ben sevmedim. Bunu bilsin isterim. Kafasında klişe bir politikacı kimliği var, onu oynuyor. Bildiğin Selamsız Bandosu. Ezbere cümlelerle konuşuyor. "Siz bu paralara iner misiniz o kuyulara" diyorum, cevaben "Devlet büyük, devlet rooaaaar" diye Katy Perry şarkısı söylüyor bana. Oysa biz onlardan "Life is Beautiful" filminin naifliğini istiyoruz. 

Bu karenin altına biraz daha yazmak istiyorum açıkçası. Mebus Selçuk Bey madenci maaşlarında topu patronlara bırakıyor ama gayet büzüktaş oldukları patronları, işçi ve sendikaların önüne yem diye atmayacaklarını ilkokul veletleri bile kestirebilir. Zaten sendika dediğin şey de işçinin dostu mudur, düşmanı mıdır ben anlamadım gitti. Kafası basan bunu kurcalasın, işçi, sendikadan çok şikâyetçi kardeşim. 

Selçuk Bey'e şunu da söyledim: "Siz, 'patronlar maaşları düzenlesin ama istihdam da önemli. Bu kadar insan ekmek yiyor. Devlet ocaklarında maaşlar daha da iyi' diyorsunuz ama bu bir sarmal. Üstelik içinden de çıkılamaz. Devlet, 'Sen ne kadar kömür çıkarırsan çıkar, getir, ben alırım' diyor. Kömür baronlarının gözünü kara kanlı paralar bürümüş. Aşağıda güvenlik hak getire, açıkladığınız ölü-yaralı sayısına halk inanmıyor. Bu sarmaldan nasıl çıkılacak" 

Selçuk Bey'i cep telefonunda uzun süre bekleyen Sabah Gazetesi muhabirine paslıyorum, sorularıma tam cevap alamadan. 


O dakikalarda ambulanslar, yangında ölen son iki  işçinin daha cesedini bekliyor...


Ve gazeteciler de... 


Komşu ocak İmbat'ın madencileri Soma'da birer efsane olmuş. Çünkü çok deneyimli adamlar ve kurtarma çalışmalarında mucizeler yaratmışlar. TTK Zonguldak'tan gelenler de öyle. Soruyorum, "Ocakta adam kaldı, üstünü örttüler diyen var, ne diyorsunuz" diye... Çok üzülüyorlar. "4 gündür bu deliğin içinde girmediğimiz yer kalmadı. Canımızı veriyorduk neredeyse. Biz hiç arkadaşımızı aşağıda bırakır mıyız" diyorlar... 
Sen bırakır mısın? Ben bırakmam. Bırakırsan, evet bunlardan da kuşku duy... Benim bu adamlardan yana kuşkum kalmadı. Orada, o madenin kapısında kalmadı, pufff buhar oldu uçtu o kuşkum...


Dur yeri geldi sana bir şey anlatayım. Mezarlıktan maden yoluna giderken, çamurun, bayırın içinde bir madenci yol kenarında dikilmiş, araçlara bakıyordu. Ben uyanmadım meseleye ama Hakan anladı. "Dur da alalım şu adamı" dedi. Durduk. Ama o binmek istemedi. Çizmeleri çamurlu diye. Bildiğin, ambulansta "Çizmelerimi çıkarayım, kirlenmesin" vakası yaşadık yine. Kolundan çekiştirip aldık arabaya. Ayağının altına o kâğıdı da ben sermedim. Yola çıkmadan önce arabayı yıkatmıştım. Oto yıkamacının serdiği şey... Abuk sabuk konuşup beni sıçratma kendine "Aaaaa ama bak adamın altına kâğıt sermişsin" diyerek.


Burası Eynez'in kapısı... Patlayan ocak yani. Bariyerden ötesine öldür Allah geçemezsin. O arada bulduğum madencilere "Suriyeli var diyorlar, 18 yaşından küçük var diyorlar" diye soruyorum. Bunu doğrulayan bir tek madenciye denk gelmedim. Buradan, hükumet düşmanlarına sesleneyim. Başbakanı hırpalamak için kıçınızdan element uydurmak yerine daha makul olun. Çünkü bunlar ters tepiyor. Memleketin âkil insanlara ihtiyacı var ve hattâ daha ötesini söyleyeyim. Türkiye makul ve vicdanlı insanlara muhtaç. Ama bunu ne iktidarda ne de onu eleştiren çoğunlukta görmek mümkün. "Bu mezarlar böyle mi kazılır, hani bunların mermerleri" diye, sırf konuşmak için konuşanları bile gördüm. Hepinize dair umutlarım tükeniyor. Ülkemde yaşamaktan her geçen gün daha çok korkuyorum.  


O sırada bariyerlerin arkasında bir hareketlenme oluyor... 


Ambulansa facianın son kurbanı, 301 numaralı maden şehidi yükleniyor... 

 
Madende "iş" bitiyor... 


Ölü madenci taşımaktan bîhal kalmış sürücüler, son ağır yüklerini sırtlanıyor. 


Hakan da son karelerini kaydediyor...


Ve yeniden şehre doğru yola çıkıyoruz... 


Soma girişinde Karşı Bisiklet Grubu'na denk geliyoruz. İzmir'den gelmişler. Varlık göstermek, madencilerin yanında olmak için. Gece şehirde karşılaştık ama ertesi sabah kente alınmadıklarını duydum. Soma'nın dışında çadırda kalıp sonra tekrar içeri girememişler... 


Bisikletçiden korkan devlet, aklıma eski kocamın Karadenizli nüktedan dedesini getirdi. Kedi, köpeği çok seven rahmetli dedeye, "Ama bak evinde namaz olmaz, melaikeler gelmez" dedikleri vakit, "Ben kedi köpekten korkup da gelmeyen o melaikenin taaa ..." diye başlayan sunturlu küfürlerini sıralardı. Canım... Cennettesindir umarım ya da dünya iyilere cennet olur...   


Tekrar mezarlığa gidiyoruz... 


Bu faciada şunu çok net hissediyorum; çocuk ve ölüm birbirine katiyen yakışmıyor. 


Ölüm ve aşk da hiç yakışmıyor... Al yazmalı kalmış, selvi boylu gitmiş. 


O sırada İzmir'den Esin geliyor. Bu blogu takip ediyorsan, Esin'i zaten tanıyorsun. Esin çok fena oldu orada, çok...  


Nevzat Amca'nın torunu Anıl'la konuştu. Anıl, Esin'e, "Eve kutu kutu meyve suları geliyor, insanlar hiç gitmiyor. Ev çok kalabalık. Biliyorum, babam öldü diye bütün bunlar" diyor... O da babası ölü bir çocuk olan Esin, dudaklarını ısırıp bana bakıyor. Bir çocuğun ağzından "Babam öldü" dediğini duymak... :(

Peki Soma şimdi ne yapıyor?


Soma çok acı çekiyor... 


Soma ne olduğunu anlamaya çalışıyor... 


Soma yaralarını sarıyor... 


Soma dua ediyor... 


Dua...


Dua...


Dua...


Dua...


Dua...


Dua...


Dua...


Soma durmadan dua ediyor... 


Ve ölülerine mektuplar yazıyor... 


Onları çiçeklerle uğurluyor... 


Ve Hakan'ın çektiği bu kare ile biz de Soma'ya veda ediyoruz; şimdilik... 

Şimdi ben bu yazının sonuna bir önemli not ile bir de teşekkür eklemek istiyorum. 

Notum şu: Şehirdeki protestoları hiç yazmadım. Bunda mânâ arayanı üzerim. Denk gelmedik ki yazalım. Aynı anda hem mezarlıkta, hem şehirde, hem madende olamazdık değil mi? 

Teşekkürüm de bu: Hakan Kumuk, onca yorgunluğuna rağmen, "Soma'ya gidelim" teklifimi ikiletmediğin, güzel bakan gözlerini Soma'nın acısına çevirdiğin, benimle bu yola geldiğin için sana fosforlu, yıldızlı, yaldızlı teşekkür ediyorum. 

hakan kumuk

Usta gazeteci olduğun gibi çok da tatlı bir yol arkadaşısın... Seviyorum, bilesin. 

Ve Cem Karaca söylüyor, buyursunlar... 

Maden Ocağının Dibinde!


Çarşamba, Mayıs 21, 2014 tarihinde yazıldı.

17 yorum:

  1. Kalemine,ruhuna sağlık.Okudum ağladım,ağladım bir daha okudum...

    YanıtlaSil
  2. iki oturumda okudum yazını. Yarısında gözlerim doldu zaten. Bağrımda bir ateş, her nefesim alev alev. Biz böyle kelimelerle oynuyoruz da bu insanlar susuyor. Her şeyi içinde tutuyorlar. Gözlerinden belli bu insanların. O kadar delici ve o kadar yakıcı ki bakışları... Off ya of. So...ayım böyle işe!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O yüzden Soma'ya gidene dek sustum Resul. Gideyim, göreyim, yazayım diye. O yüzden Hakan Kumuk'tan rica ettim gelmesini. O olmasa, bu kareler böyle yansımazdı. Ben beceremezdim...

      Sil
  3. Soma'da geçen iki günümü, burnuma çalınan kokuyu, genzimi yakan havayı, madenin karanlığını ve doğruları yazdığını hissettirdiğin için ne kadar teşekkür etsem az.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür yok. Aynı dünyanın çocuklarıyız...

      Sil
  4. çok.. çok güzel yazmışsın. babası madenlere inen biri olarak bu acıyı, bu duyguyu benden daha iyi bilen olamaz. içim parça parça. içim kanıyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Birazcık anlayabildiysek orada olan biteni ve bunu anlatabildiysek, ne mutlu bize. Babacığını öpüyoruz...

      Sil
  5. dürüst kadından dürüst bir yazı... insan olan herkes için teşekkürler
    Homeros7

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Harfleri, sözleri yan yana getirip yazıp çizip hiç tanımadığım bir adamda "dürüst kadın" algısını oluşturabiliyorsam, ölsem ne gam bundan gayrı! Sevgiler Homeros...

      Sil
  6. Okurken resmen yaşadım sanki....çok duygulandım...eline yüreğine kalemine sağlık...Rabbim hepsine sabır versin...Ölenlere Allah rahmet etsin...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Canım Sultan, hep yanımdasın... Seviyorum seni.

      Sil
  7. Böyle bir facia yaşanmadan misafirim olmanı isterdim. Hayatıma sen geldin ve kendin gibi Hakan ve Esin başata olmak üzere muhteşem insanlar getirdin. Hepiniz hoşgeldiniz.
    oğlum ilk defa sana geldiğinde onu kendi oğlun gibi bağrına bastın.sesi o kadar güzel geliyordu ki bu mutluluğu ancak anne yüreği bilir.ömrümün sonuna kadar senin için yapabileceğimin en iyisini yapacağıma ve hep yanında olacağıma söz veriyorum. Sevgin ve enerjin hiç eksilmesin kocaman yürekli arkadaşım !.......

    YanıtlaSil
  8. haberci değil; insan, kadın, anne gözüyle; yok, yok; yüreğinin gözüyle tanıklık etmişsin. unutanlar utansın. sen de evlerden hep bezgin kalasın!

    YanıtlaSil