CUNDA'DA PAPALİNA OLSAM

Cunda epeydir çağırıyordu. Füsun da gidince, bana yol göründü. Geçen hafta sonu Cunda'ya kaçtım. Yani 20-21 Temmuz 2013 günlerinde... 

Bu, ömrümde sahip olduğum en güzel magnet. 


Cunda kaçamağı için radyodan biraz zor izin aldım. Bu hafta sonu iki gün ben kaçıyorum, Tuğba çalışacak. Haftaya tam tersi. Tuğba'ya haberleri tertemiz hazırlayıp nöbeti devrettim ve 13.45 Ayvalık otobüsüne yetişmek için bastım gaza... 



Burası Ataşehir. Allah aşkına Ataşehir'i seven var mı? 



Gidiş biletim Ulusoy, dönüş Varan. Ulusoy, Varan'ı satın aldı ya. Biletler İstanbul-Ayvalık arası 60 lira. Pahalı. Uçak uçuyor o paraya... 



Giderken 8 numara cam kenarındayım. Kemal Sunal'ın Dokunmayın Şabanıma filmini açtım. 60 lira fazla geldi diye, ikramları çokar çokar aldım. 



Uzun zamandır otobüse binmedim. En son bu yıl martta oğlum Ata'nın yanına Eskişehir'e de otobüsle gitmiştim. 



Uzun yolculuklarda biraz ballı olduğumu söyledim mi sana hiç? Yanım genelde boş kalır. New York uçağında kaç kere yata yuvarlana gittim geldim bilsen. Bu otobüste de öyle oldu. Yayıldım hâliyle. 


Hop diye Eskihisar Feribotu'na geldik bile... Yolculuğumuz Anadolu Yakası'ndan 7 buçuk saat sürecekmiş. Çok... 



Araba vapurunda önceden cigara yasaktı. Şimdi içilebilir alanlar yapmışlar. Yanlış biliyorsam düzelt... 



Araba vapuru ve köprüye yurttaşların para ödemesi ne acayip... Devletsin sen, kim geçirecek beni karşıya? 





Bu para tuzağından vapura da kurmuşlar. 1 lira atıyorsun, 2 dakika falan uzağı dikizliyorsun. Kim topluyor içinden o paraları sonra?


Küpeşteye dayanıp Gölcük, Karamürsel taraflarına baktım. 1999'un 17 Ağustos'unu düşündüm. Depremde Gölcük Donanma'da asker olan kardeşimi bulmaya giderken çektiğim acı bile eskimiş. Kalpte başka heyecanlar... Hayat ne garip. 
Hayır kardeşim ölmedi, şükür...



Ulusoy'un muavininden wifi şifresini istedim. Bunu yazıp getirdi. "Bak kardeşim bu, şu bakımdan yanlış" diye anlatmadım. Beyhude olacağını bildiğimden, üstelemedim, 3G candır dedim, edge medge idare ettim. 



Vapurdan sonra mola yerimiz belli: Susurluk. Susurluk olunca ne yapıyoruz? 



3 buçuk liraya ayran içiyoruz. Kazık... Zaten yarısı köpük. Sahiden ayıp ediyorlar... Tostun ederi de 4 liradır. 



Füsun'a höşmerim tatlısı aldım. İsmi çok sinirimi bozuyor bu tatlının. 



Çerkez peyniri de... 



Çikolata kaplı kahve çekirdekleri de... Hepsi Ulusoy-Varan tesislerinden... 



Merak edersen diye fişin fotoğrafını çektim. 35 lira hepsi. Tost ayran hariç ha... 



Artık yollarda rüzgâr türbini ne kadar çok. Mümkünse onlara hep yeldeğirmeni diyebilir miyiz? 



Hediye aldığım çikölatlı kahvelere dayanamadım, açtım, başladım tek tek tüketmeye... 



Mahir'in bitiremediğim bir kitabı vardı. Onu aldım yanıma. Mahir çok iyi bir kalem ama çok da güzel kalp kırıyor. Beni kıralı epey oldu. Konuşmuyoruz... 



Satırlarının arasında dolanırken sesini duyuyorum, ipek saçlarını görüyorum. Mahir'i çok özlüyorum ama gebersem bunu ona söylemem. Pis... 



Yolculuğum kolay geçti ve Ayvalık'ta beni karşılamaya gelen Füsun'un aslında hiç geçinemediğimiz köpeği Pirinç, arabada kucağıma böyle kuruldu. 



Şaştım kaldım hâliyle bu muhabbete... 



Füsuncuğum, çok sevdiğimi bildiğinden yerel markalı yoğurt almış... Sofrayı donattı. 



Biber dolması da yapmış, canım... 



Bu, Gönül Abla... Benim Fıstıkağacı'ndan ahbabım. Cunda'nın hemen girişinde Bekir Coşkun'a komşu iki evi var. Füsun, evlerden birini bir aylığına kiraladı. 



Eşi Ferda Bey çok centilmen bir beyefendi, çanta üretip Türkiye'de ve dünyada çeşitli yerlere satıyor... 



Ve nihayet başından beri adı geçen Füsun... Birazdan daha çok fotoğrafı olacak. 


Ertesi sabah... Müthiş bir manzarası var evin. Dalgalar bahçe duvarlarına kavuşuyor... 


Kahvaltım yine yoğurt, müsli, gevrek falan... En temizi... 


Karpuz ve peynir tabağı da yaptık... 


Füsun, "Verme mayalı şeyleri" dedi ama beni ısırmışlığı da olan Pirinç ile iyi geçinmek için gönlünü hoş tuttum... 


Kahvaltıdan sonra tembellik ettim, kitap okudum, denize baktım... 




Bahçeye çıkıp fotoğraflar çektim... Bu Gönül'ün evi... 


Palmiyeler, zakkumlar dikmiş hep. Çok güzel... 


"Ver ben de seni çekeyim" dedi Füsun... 



Soldaki de Füsun'un kiraladığı ev... 



Bak tam buradan evi fotoğraflıyorum ya, 



adım atmadan arkamı dönüyorum, deniz tam burada. Ve bu yakınlık insanı çok şımartıyor... 



Şu tarafa doğru azıcık yürürsen Bekir Coşkun ile tanışabilirsin. 2009'daki gelişimde tanışmıştım. Çok cana yakın bir adam. Karısı Andrea enfes sarmalar yapıyor... Hem de kiraz yaprağından. 


Tembelliğe devam ettim... 



Bunu Facebook'a koyup, "Tembelim çok" diye yazdım. Tunus tatilimden tanıdığın Esin, "İki dakkaya kurtlanırsın" dedi. Bildi... 



Şeytan Sofrası'na gidiyoruz. Bu ağaç otoparkta. Mutlu Meyve diyorum ben buna... 



Füsuncuğum... 



Ege'den bereket fışkırıyor... Zeytinin dalları benden önce kuruldu arabaya... 


Ege'de radyo istasyonlarının seni iplemeyip kafasına göre Yunan çalmasına bayılırım... 



Ali Bey Adası, yani Cunda'yı anakaraya bağlayan köprüden geçiyoruz. Türkiye'nin ilk boğaz köprüsü diye tabela koymuşlar... 



Şu, gözlük camından yansıyan kol ve telefon görüntüsüne sen de gıcık olur musun? 



Ayvalık'ın adaları, dağları, tepeleri, denizi büyüleyici... 



Ağzım açık şaşkın gibi bakıyorum etrafın güzelliğine...



Nasıl usul bir köşe... Münzevi olası geliyor insanın... 



Çamların kokusu genzimize doluyor yol boyunca... 



Nihayet Şeytan Sofrası'ndayız. Ayvalık'a üçüncü gelişim... İçinden gelip geçtiğim en az on seferdir. Şeytan Sofrası'na ilk kez çıkıyorum. Ayıp... 



Manzara müthiş müthiş... 



Bu, şeytanın ayak izi... Yersen!


Bu da hikâyesi. Tıkla üzerine, fotoğraf büyüsün, oku rahat rahat... 



Millet, ayak izinin olduğu kafese çul çaput bağlamış. Şeytandan bile medet umduğumuza göre, durum vahim... 


Manzara fotoğrafı çekmeye kayanın üzerine çıktım... 


Canon'u yanımda götürseydim bu fotoğraflar şahane çıkacaktı ama çok angaryalı oluyor profesyonel kamera... Fotoğrafçılığa tutkulu da değilim... 


Bu yazıdaki bütün fotoğrafları ilk kez sadece iPhone ile kaydettim... 




Önce manzarayı, sonra Füsun beni, 


ben de Füsun'u fotoğrafladık... 


Ege'yi uçurup savuran rüzgâr beni sarhoş etti... 



Sarhoş etmeyi geç, bildiğin ateş saçlı şeytana dönüştüm... Şeytan Sofrası ya, o bakım... 


Hadi yeri geldi tam, bir "Hayat Güzeldir" pozu vereyim dedim, şeytanlara rağmen!


Füsun'da belki 100 kare olmuştur buradan... 


Esasen panoramik çekmek lazım. Benim telefonumda o özellik yok. Aplikasyonu varsa da ben indirmedim... 


Sinir olurum bu kadar önemli yerlerdeki kirli paslı tabelalara. Ama okumak lazım işte...




Bu da tepedeki bir işletmenin tabelasından... Füsun dedi ki, "Burası o kadar güzel ki, buraya sahip olabilmek için anca Şeytan olmak gerekir ve o yüzden bu tepe onun olmuştur" 
İtiraz etmedim... 


Şeytan Sofrası'ndan inince Kipa'ya gittik. 



Üzüm ve dut kurusu aldım. Yoğurda ekleyip yiyorum bunları... 



Ayvalık'tayız. İstanbul'da görsem bu ekmeği, dikkatimi bile çekmez... 



Kasada kavga çıkarıyoruz aramızda. Füsun kuruş ödetmiyor... Cömertliğin ötesinde açıktır eli... Utandırıyor insanı... 


Orhan Abim, yani Füsun'un eşi uzakyol kaptanı... Süvari... O, dokuz denize baş vururken, (annem böyle dramatize eder kaptanların hâlini) biz burada yiyip içip tatil yapıyoruz. Orhan Abicim, Allah güç, kuvvet versin, yokuşlu denizlere denk gelmeyesin... 


Aaa, Kipa çıkışında mis kokulu sabunlar bulup satın alıyorum. Satıcı kız, "Fotoğraf yasak" diyor. "Fotoğrafına baka baka evde sabun mu yapacağım" diye şakayla karışık tersleyip elbette fotoğraf çekiyorum. Sabunların tanesi 4 lira... 



Sonra arabanın bagaj kapağı üstünde kola-sigara keyfi yapıyoruz... 



Ve yoğurtlar, peynirler, meyveler kaynar bagajın içindeymiş hiiiç umursamadan Cunda merkeze gidiyoruz. Park edip değirmene çıkacağız... 



Park ettiğimiz yerde buna rastladık... 


O yarım adam bu evin kapısında oturuyor... 



Evin bahçesi kaktüs dolu... 



En sevdiğim çiçek begonvil, kaktüslerin üstünden böyle coşuyor... 


Duvarlar, 


raflar, 


terekler hep kaktüs kaktüs kaktüs... 


Derken içeriden güzel bir kadın çıkıyor. İsmi Meryem Üstündağ. Mersinli. Hiç bilmediğimiz şeyler anlatıyor bize... 



Kaktüs ve sukulent yetiştiriyor Meryem Hanım. Tutkuya dönüşmüş bu. İstanbul'da bir dernekleri bile varmış. Ediz Hun da kurucuları arasındaymış... 


"Ne demek sukulent" dedim, "İhtiyacı olan besini, suyu yaprağında ve gövdesinde depolayan bitkiler" dedi... 


Allah'ın kaktüsüne hiç bu kadar terminolojik yaklaşmamıştım. Ciddiyetle dinliyorum. 


Fotoğraf çekerken bunu devirdim, çanağın ucu kırıldı. Utancımdan yerin dibine girdim...
"Sakın üzülmeyin" dedi güzel Meryem. Kaktüslere ilgi duyup baktığımız için çok sevinmiş ve öyle küçük kazaların kıymeti harbiyesi olmazmış. Gönlümü ferahlattı... 


Veda edip çıktık, tabana kuvvet tepedeki değirmene gidiyoruz. Abarttığıma bakma, iki damlacık mesafe var... Füsun evleri kurcalıyor... 


Yukarı çıkan yollar böyle. 


Ayağına adam gibi ayakkabı giy gidince... 


Cunda evleri çok güzel... Biraz fotoğrafladım gösterebilmek için... 


Begonvil zaten aklımı başımdan alır hep, biliyorsun artık... 


İnsan ağaca sarılır mı? Anla işte!


Sarılır da, altına oturup kendinden de geçer... 



Hagia Triyada Kilisesi'ne çıkarken bir Jeep'in arka camında bu yazıyı gördüm. Bu hedonistlerle aramda bir bağ var sanki, hem fotoğrafladım, hem benim aracım gibi haz duydum. 



Hagia Triyada Kilisesi bu. Şu hâlde olması utanç verici. Nasılsa gâvur binası mantığından bu duruma gelmesine çanak tutmadılarsa n'olayım. Yazıklar olsun!


Bol bol fotoğrafını çektim. 



Çünki çok değil birkaç seneye ne Aya kalır ne Triyada... İstanbul'da Taksim'de de aynı isimle bir kilise var. Hani, meydandaki hamburgercilerin arkasında tepesi görünen. Hani, Başbakan'ın, o hamburgercileri yıkıp, görünür hâle getirmek istediği... Hah işte o... Cunda'daki Aya Triyada kimsenin umurunda değil, bari Ortodokslar sahip çıksa. İki ittirseler, bizimkiler hemen kuzu oluverecek tavdalar malûm... 



Âşıklar Tepesi'ne geçtik. Bu, âşık ile mâşukun tepeye çıkma hâlini hiç anlamam. Kalbine ateş düşünce, yüksek irtifaya çıkası mı geliyor insanoğlunun nedir? Herhalde öyledir ki, her yerde bir aşk tepesi var. 


Rahmi Koç'un restore ettirdiği yeldeğirmeni şimdi kütüphane ve cafe... 


Kütüphane ne kadar verimli bilmiyorum. Belki cafede oturan 300 kişiden ikisi bir kitap alıp bakıyordur. Yani bildiğin Recep İvedik'in, "Okumalık kitap ya hu, okumalık" durumu... 


Değirmenin içinde freskler, ikonlar var... Güzel... 




Sanatçı, kalıcı olmak istiyor şu hayatta. Ya duvarın katmanlarına işliyor resmini, ya da bu kızın kolundaki gibi derisinin içine... 


Cafedeki limonata şahane. 


Ta aşağıdan itibaren bir şey içme, buna hazırla kendini... 5 lira... 



Diğer fiyatlar böyle. Makul...


Tıkla üstüne büyüsün bu fotoğraf... Hah, gördün mü? Bunun olayı, sağdaki hotozlu tabut... Değirmenden sahile indiğimizde bununla karşılaştık. Daha yakından çekemezdim, insanların acısı var. Ama Cunda'da ölmek diye bir şey de var. Hâlbuki Azrail burayı ıskalamış gibi hissediyor insan, görünce dank ediyor.


Sana şimdi Sevtap Abla'yı göstereceğim. 2009'da Cunda'ya geldiğimde tanıştım Sevtap Abla ile. Evren Cafe ve Restoran'ın sahibi. Sokakta tanıştığımız o günün gecesi kendimi dükkânında balık ayıklarken bulmuştum. Öyle kaynaştık... Gelmişken onu da gördüm elbette... 



Sevtap Abla doğma büyüme adalı. Girit'ten mübadele ile gelmişler. Güçlü bir kadın. Baskın bir karakter. Yürümeye bak,"Cunda babamın" der gibi. Helal olsun sana kadın... 


Esnafa bir şey soruyor, misafiri mi gelecekmiş, öyle bir şey. Beden diline kurban senin Sevtap!



Karadeniz Pastanesi'ne gidiyoruz. Bizim Lazlar her yerde. 




Sakızlı kurabiye alıyoruz. Çeşme'deki kadar güzel değil. 





Eve döndüğümüzde Pirinç annesini böyle karşılıyor. Sahiden sıkıntılı, hastalıklı bir hayvan. Füsun onun bu hayattaki şansı. Resmen ona uyumlu bir hayat yaşıyor arkadaşım. 


Kuyruğu yanık it gibi gezdiğimiz bu günün gecesi, Sevtap Abla'nın kiraya verdiği restorana papalina yemeğe gidiyoruz. Füsun sahiden çok iyi bir kadın, çok iyi bir arkadaş, çok iyi bir anne, çok iyi bir evlat... Geçen yıl ameliyat oldum. Sabaha kadar başımda bekledi. Ölsem unutmam. 

Bu kitabın da yazarı. Yeni bir dosyası basıma hazır ve yepyeni bir polisiye için de harıl harıl çalışıyor. 


Gönül Abla ile güzel kızı Ecem de geliyor. Ecem reklâmcılık okuyor. O kadar duru ve sessiz ki, saçını sevesin, açıp içine sokasın geliyor. 



Hatunlar süslü püslü. Ben kızım Nil'in, yakası, eteği kesik, eprimiş Pink Floyd tişörtüyle geziyorum. Vallahi kaygım yok. Canım isterse giyinirim, istemezse giyinmem. 



Papalina bu. Sardalyanın yavrusu. Sevtap Abla, "Çaçayı satarlar papalina diye, uyanık olmak lazım" diyor. Sevtap Abla'nın hatrına, 4 kişiye 75 lira hesap ödüyor Füsun. Oysa daha önceki gelişinde tek kişiye 50 lira ödemiş. Sağ ol Sevtap Abla... 


Yemekten sonra çarşıyı turluyoruz... 



Her yer Çin işi. Uyuz oluyorum. Tunus'ta ne varsa, burada da aynı. Olacak şey mi? Yerele eğilmek şart...



Bu mavi hâkim magnetleri hiç sevmiyorum. Almıyorum doğal olarak. 



Çarşıda mola... 



Restoranların olduğu yerde Balıkesir Kahvesi'nin yanında Tosun Balıkçılık tabelasını görüyorum. Altında da Hüseyin yazıyor. Şaşırıyorum bu tesadüfe... Sürmeneli balıkçı reisi Hüseyin Tosun'un torunuyum ben. Dükkân açık olsa, içeri girer tanışırdım. 



Ve ömrümde sahip olduğum en güzel magneti buluyorum... 



12 yaşındaki Baran elleriyle yapıyor, 5 liraya satıyor...


Cunda sahilin küçük meydanındaki tarihî çeşmeye yakın dükkânları. Baran, cansın çocuk. Çok yaşa... 



Gece eve döndüğümüzde Füsun'un sarı şalını bulup kafama takıyorum... 



Laz kadın taklidi yapıyorum. Senediyisunbenannamayirumkiiiii diye gürültü çıkarıyorum. 



Ve en çok gülen yine ben oluyorum. Bu performansın sonunda lambaya püff deyip uykuya geçiyoruz... Sabah Füsun'un kızı Nilay ve iki arkadaşı gelecek. 



Erkenden uyanıp yoğurt kutusuna saldırdım. İçine dün Kipa'dan aldıklarımı boca ettim. 


Füsun erkenden kızları karşılamaya gitti. Yeşilli olan Nilay, diğeri Nevra... Bir tane daha olacak bunlardan dur bakayım... 


Hah diğeri de bu, Didem... Gencecik ve çok güzeller. Güler yüzlüler. Çalışkanlar. Bi' kere bizimler... 


Nilay'ı tanıdığımda 16 yaşında bir lise öğrencisiydi. Şimdi 31 yaşına gelmiş bir psikolojik danışman. Sosyoloji üzerine psikolojiyle ilgili bir mastır yaptı, çalışıp ekmeğini kazanıyor. İyi huylu, güzel bebeğim benim. 


Füsun'un Nilay'a bakışına bak. Bence çok beğeniyor kızını. Haklı mı? Sonuna kadar... 


Siyahlı olan Nevra. 3 buçuk yaşında dünya tatlısı Alaz diye bir oğlu var. Ben öyle muc muc çocuk seven biri değilim. N'apayım, Allah da beni böyle yaratmış. Ama bununkini görsen, yersin! 





Kızların geldiğini gören Gönül Abla bizi kahveye çağırdı. 


Didoş ile yan yana kurulduk, Ben Gönül Abla'yı, o Ferda Bey'i dinledi. 


Didem gencecik bir avukat ve başarılı. Çünki işini çok seviyor. Ve kocakarı gibi fal bakıyor. Bir de güzel bakıyor, ayyyy... 


Bu benim falım. Kırmızı rujumdan da belli. 8 ay mı dese, 8 hafta mı dese bilememiş, çok büyük bir aşk kapıdaymış. Kız onu geç, arabayı ne zaman değiştiriyorum, onu söyle...


Güzel şeyler söyledikçe, böyle gevriyorum... 


Sonra ahkâm kesiyorum, çok belli. 


Ev sahibimiz Gönül Abla ve eşi Ferda Bey birbirini çok seviyor. Kaç yılın kadınıyım, anlarım di mi, eğriyi doğruyu... Allah sizi korusun... 


Gönül Abla düğün fotoğraflarını gösteriyor. Yine güzeller. Gönül Abla'daki Rizeli enerjisini seviyorum. Laz kızları iyidir, hastır... 


Kahveden sonra deniz keyfi yapıyoruz. Dedikodu dedikodu dedikodu... Sonra kızlar sağa sola dağılıyor, yalnız kalıyorum. Füsun Ayvalık'a gitti. 


Tam yalnız kaldım derken bu şapşal bana musallat oluyor. Ama ne musallat olmak! Milletin terliklerini toplayıp getiriyor ve avazı çıktığı kadar havlıyor. 


"Yaa bi' git, sürme kumlu patilerini" diyorum, umuru değil. Anıtkabir aslanı gibi duruyor, bakmıyor bile... 


Hey Allahım, yatıp kitabımı okuyamıyorum şu şaşkının yüzünden ne yapsam?


Hiç konuşmuyorum onunla. Konuşmayınca oraya kıvrılıveriyor. Konuşursam öpüp sarılmaya meylediyor. 


Akşam Gönül Ablalar bizi mangala davet ediyor. 


Gönül çok havalı kadın. Perdeci Veysel'den çıkma kumaşlarla parça parça böyle elbiseler dikiyor, bir de yakıştırıyor, şuna bak. 


Uvvvv, hava çok esiyor, üşüyorum. Bu temmuz, Cunda hiç olmadığı kadar rüzgârlıymış... Bizi bulmuş hıh!

Mangala gitmeden önce beni alıyor bir telaş, "Lan ya sabah 05.30'da Kadıköy'e yetişemez de arkadaşları toplayamazsam" diye. Canlı yayın bu, ihmale gelir mi? Başlıyorum mesaj yayınlamaya:


Sonra Tuğbacığıma da yazıyorum, gecikirsem, kalk git ilk bülteni kurtar diye. Canım benim, sağ olsun, efsane partnerim o benim... 


O sırada Ferda Bey ateşi yakmış, etleri pişirmeye başlamış bile... 


Salataları Nilay ve kızlar yaptı, Gönül Abla şahane bir sofra kurdu... 


Füsun, Gönül'e hediye tepsi almış Ayvalık'tan... 


Bu iki kadının ortak arkadaşı benim. Birilerini tanıştırmaya ve çeteyi büyütmeye bayılıyorum... Ne güzel anlaştılar... 


Bunları Agop'un kazı gibi yedik. 


Saat 22.30'daki otobüsüm için 22.15'te evden çıktık. Beni pek fena daral basmaya başladı, "Lan ya bültene yetişemezsem, yetişemezsem, yetişemezsem, uuuuu"


Yolda hababam lokasyona baktım, mesafe ölçtüm. Muavine sordum, "İyi ihtimal 06.00, kötü ihtimal 07.00'de Ataşehir'de oluruz" dedi. Ama kötü ihtimalin yüksekliğine vurgu yaptı. Tuğba'ya tekrar mesaj attım. 


Sabah 06.07'de Varan'ın Ataşehir'deki tesislerine yaklaştık. Saat 07.00'deki canlı yayınım Sarıyer'de... Gümp gümp gümp... 


06.12'de otobüsten indim. Otoparktan arabamı alıp bastım gaza... Saat 06.20... Kavacık'tayım... 


Şükür köprü açık... 


Levent, Beşiktaş, Sarıyer sapağından kendimi dar atıyorum... 


Ohhhh, 06.37'de radyodayım... 23 dakika var... Bülten hazırlamak için bu süre bana şalvar... 


Tatil dönüşü insanlar işe başlamayı sevmez ya, ben hiç öyle değilim. Bayıla bayıla işime koyuluyorum ve her tatilden sonra şükrediyorum, iyi ki gidebildim diye... 

İyi ki!

İyi ki!

İyi ki!
Salı, Temmuz 23, 2013 tarihinde yazıldı.

17 yorum:

  1. cok keyifli bir yazi olmus, ruhum bunaltici haldeyken okudukca gulumsettin en kisa zamanda ben de istiyorum dedirttin. bilgine.

    YanıtlaSil
  2. Yanıtlar
    1. Zaten butun derdim o. Okuyan gozlerle beraber bakmis gibi olmak. Cok sevindim. :)

      Sil
  3. harika bir yazı ellerinize sağlık. Ayvalıktan sevgiler :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Cok tesekkur ederim. Harika olan Ayvalik. Lutfen evde durmayiniz. :)

      Sil
  4. millette ne para var arkadaş.biz yaşıyok mu ki?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili ADSIZ,

      Umarım bu cevabımı görürsünüz... Her şey para değil. Benim nasıl küçük bütçelerle nerelere gittiğimi bir bilseniz, "Millette ne akıl var arkadaş, bizimki de kafa mı" diye yakınırsınız. Ki gerçeği de budur.

      Sil
  5. çok güzel en kısa zamanda bende gidip görmek istiyorum teşekkürler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben teşekkür ederim. Okumakla kalmayıp güzel sözlerinizi de benimle paylaştığınız için. Ama çok... İnşallah en kısa zamanda Cunda sokaklarında olursunuz.

      Sil
  6. iyi ki yazıyorsun...

    Homeros7

    YanıtlaSil
  7. Hanımefendi, blogunuza arama motorundan şans eseri denk geldim, ama çok sevdim :) Performansınızın ve özgünlüğünüzün devamını dilerim, çok içten ve sürükleyici yazılarınız var, girdim, çıkamadım :) Tebrikler... (Gürcan)

    YanıtlaSil
  8. Ne kadar harika bir anlatımınız var. Resmen gitmiş gibi oldum. Ve çok sevdim sizi :)

    YanıtlaSil