AH PARİS!


Paris, boşuna Paris olmamış. Adeta yaşlanmayan bir kraliçe. Eşsiz bir aşk tanrıçası. 



30 Nisan sabahı Brüksel'den bastık gaza, çıktık yola. 300 kilometre kadar yolumuz var. Yaklaşık 4 saat. 


Akşamüstü Paris'in kalbine girdik. Burası Pantheon Sarayı. Otele çok yakın.



Hotel du Bresil. İki gece için 138 Euro para aldılar.




Arabayı Pantheon'a çıkan yola park ettik. 


Günlerden cumartesi. Gece yarısına kadar ödedik. Pazar günleri park bedava. 



Oda küçük.



Klozet kapağı kırık. Ulen görmediniz mi temizlerken?


Hava kararmadan bi markete fırlayalım dedik.




Meyveli, yoğurtlu, şaraplı, peynirli akşam yemeğine oturduk. Gerçekten söylemesi ayıp mayıp diil, zıçana kadar yedik. Gülfem motoru bozdu. Sabah yataktan kalkamadı. 


Ben kalktım. Bi baktım, Kamboçya'daki Aynebilim Aşevi'nin kurucusu fotoğraftaki arkadaşım Ayşe mesaj atmış, "Kız ben de Paris'teyim" diye.


Aslında Hollanda'da buluşacaktık, ablasına gitmişti o da. Fakat kısmet olmadı. Kısmette, Kamboçya'da yaşayan arkadaşa, Paris'te denk gelmek varmış. Buluşup kahvaltıya gittik.



Sonra vırt zırt gezmeye başladık. Paris'in ortasından Sen Nehri akıyor. Avrupa'nın neredeyse bütün havalı şehirlerinin ortasından hep nehir akıyor. Hâliyle şehirler cayır cayır. Bizde misal Adana'nın hâline bak ağlarsın. Niye? Çünki kaygı yok.


Bizim çetedeki kaygısızlıksa bambaşka. Allah herkese böylesini versin cicim, ne diyeyim?



Ayşe, belki yarattığı gizemi sevdiğinden, belki de yaptığı güzel işin önüne geçmek istemediğinden katiyen yüzünü göstermez. Gerçi o evvelden beri hiç fotoğraf çektirmez ya da işte böyle görünmeyen pozlar verir. Neyse konu bu değil, yaptığı iş acayip bir şey. Buraya tıkla lütfen ve aşevi hakkında anlattıklarını oku. Yakında Kamboçya'ya onun yanına da gideceğim. Bu oturduğumuz park Lüksemburg Bahçası. Bahça demeyi seviyorum.


Sen Nehri üzerinde adalar var. Bunlardan İle de la Cite'ye kondurulan meşhur Notre Dame Katedrali'nin önündeyiz. 1160'larda başlayan inşaatı 185 yıl sürmüş. 1800'lerde bakımsızlık ve aşırı masrafı nedeniyle belediye tarafından yıktırılmak istenmiş.  


Bu fikre bizim kadar şaşan ve itiraz eden Victor Hugo, kalkmış Notre Dame'ın Kamburu diye roman yazıp, dikkatleri kilisenin üzerine çekmek istemiş.


Çekmiş de. Kilise evvela yıkılmaktan kurtulmuş.


Sonra da onarımdan geçmiş, hamd olsun.


Kilisede tanıdık birine rast geliyorum: Jan Dark!
Kızım Nil'in konservatuvar sınavlarında uğur getiren hırçın azize. Selam olsun kız sana.



Sen üzerinde, kavanoza benzeyen seyir tekneleri yüzüyor.



Bazısı da böyle yüzen platform. Dev gibi. Tipsiz.


Acıktık. Yakındaki çarşıya daldık.



Hadi midye yiyim dedim.


Ay demez olaydım. Bit kadar haşlak midyelere avuçla euro saydım.  



Derken, geceden mide fesadına uğrayan Gülfem de bize katıldı. 



Louvre Müzesi tarafına gittik ama müzeye bilhassa girmedim. Paris için bir başka sefere ayıracağım çok geniş bir zamanın hayalini şimdiden kurmaya başladım bile.


Töbe estafurullah. Fransızlar cam ve metalden oluşan bu Louvre Piramiti'ni buraya niye kondurmuş, sinir oldum. 1989'da açılmış. Yine zevzek turistlere yarıyor anacım, tuzluk gibi tepesinden tutuyormuş gibi poz veriyorlar. Allah akıl versin. 


Bu tak, Louvre Müzesi'nin hemen dibindeki Atlıkarınca Zafer Takı. Esas büyük tak, Şanzelize'nin batısındaki Zafer takı. 


Yani bak, bu kartpostaldaki. Napolyon, Rusları yendiği savaşın ardından askerlerine seslenmiş ve "Evinize zafer taklarının altından geçerek gideceksiniz" demiş. Bu sözü söyledikten 34 sene sonra, Napolyon'un cenazesi de bu takın altından geçirilmiş. Anam dünya kimseye kalmıyo be. Kalan bi tek taş tuğla. Onu da ya bi yel, ya bi sel alıyo götürüyo. Hayat ne çok ciddiye alacak kadar ağır ne de kıçına sallamayacak kadar hafif bi şey. Ayarını tutturdun mu, tadından yenmiyor.


Şimdi seni duyar gibi oldum. Takın fotoğrafı yerine niye kartpostal gösteriyorsun diye sordun di mi? Sormalısın! Paris koştura koştura gezilecek bir şehir değil. Derin derin onu dinlemeye zamanım yok. İllaki bir daha gelicem buraya ben. Ay işalla bi de sevgilim olur kolumda. Ay bıktım be hep karılar çetesi ile gezmekten. Ahaha, şaka şaka. Lakin bu fotoğrafta gördüğün şaka değil, şehirler şahı Paris'in bile bazı yerlerini bok götürüyor, ayıp len.



Pahalı ama aşırı kazık mağazalar var Paris'te. "Ay kız bu acayip şeyleri kim giyer ki?" diye sordum Gülfem'e.


"Zengin Arap herifler karılarına giydirip hoppala yaptırıyor" dedi. Ab-boooo!




Şehir intizam dersi veriyor.



Tepelere baka baka gezmekten başım dönüyor böyle güzel şehirlerde.



Ve güneş, Sen üzerinden öyle bir batıyor ki, billa yanında Notre Dame'ın kamburu olsa, âşık olursun. İyi ki yok! 



Şimdi sana bi şey anlatıcam. Gece bu çeşme midir nedir, çeşmedir sanırım, bunun önünden geçiyorduk. Gece ama. Karanlık. Metro mazgalı var yerde. Ben de ayak bileklerime kadar uzun bir etek giymişim. Kısa çoraplarım var altımda. Ay kız, ben o mazgalın üstünden geçerken, sen aşağıdan sert bir hava üflemesin mi! Benim etek, çadır gibi kalk başıma geç! Ay neresinden tutsam indiremiyorum aşağı. Mazgal büyük, kaçmak da kaçamıyorum. Bi de gerizekâlı gibi ciyak ciyak bağırıyorum ki, görmeyen varsa o da ıskalamasın. Neyse ben paldır küldür eteği toparlayıp mazgaldan kenara attım ki kendimi, oradan bir herif geçti. Başparmak işareti yaptı. "Şov iyiydi" demeye getiriyor. Ulan bunun neresi iyi? Ben, yollarda rahat edeyim diye 3 tanesi 5,45'e satılan penye BİM donu ile geziyorum. Sonra da onları fırt fırt çöpe atıyorum. Bilsem başıma bu gelecek, azıcık şatıfilli bi don giymez miydim? Kadın kısmının her başlığa hizmet eden türlü donu vardır. 
BİM donu ne lan? 
Paris'in ortasında... 
Çok üzüldüm çok. 



Bak yaaa... Ertesi sabah Hord Rock Cafe'ye giderken kuruhasanlı kahvaltı etmişiz. Canım çekti şimdi gece gece.



Bunu göstermesem olmaz. İnşaat seperatörü yine.



İşsiz herifler, telleri dantel gibi örmüşler. Allah sizi!



Şimdi sana Aşk Köprüsü'nü göstericem.


Köprüdeki kilitler, ekstradan 45 ton ağırlık yapıyor. İki yıl öncesinin haberlerinde kilitlerin söküldüğünü okumuştum ama yine tepeleme dolmuş ortalık. Hayır bi de bunların anahtarlarını dereye atıyolar sonra. Anahtardan bir ada daha peydah olacak nihayetinde. Ergan! Anekdar köprünün altında kalık! Bacım anekdarın nesini kodliyam? 


Sence burda n'apıyorum?


Âlemin evladına fotoğraf çekiyorum. Yerlerde sürünüyorum ki, güzel çıksın. Eyfel'i de sığdırayım.


Gülfem'e de gösterdim. O da yapıştı yere.


Fekat yine de kaldırım taşlarını çekmiş kulenin tepesi yok, şaşkın arkadaşım! 


Paris çok fena güzel ha. Uzun uzun gidicem. Bir daha. BİM donu olmıycak ama. 



Bunlar, Eyfel'in tam dibindeki zenginlerin apartumanları. 


Ev Bezgini Paris'te videosu için tıkla kuzum...


Biz gidiyoruz cicim. Paris'ten kuzey batı yönüne Belçika'nın Brüj diye okunan Brugge şehrine gidiyoruz.



Oradan da fıtı fıtı sahilden yukarı Amsterdam'a çıkıcaz. Allahım yolda olmak ne güzel bi şey!


Ve Piaf'ın şarkısı da. 
Hayat ne güzel. 
Şehirleri, şarkıları, içkileri ve aşklarıyla... Tadını çıkar e mi! Seni seviyorum sevgili dostum. Yine beraber gezdik. Ne iyi ettik...







Salı, Nisan 25, 2017 tarihinde yazıldı.

2 yorum:

  1. Böyle içten akıcı güzel anlatım görmedim yahu�� Çok yaşa emi ����

    YanıtlaSil
  2. Çok Sıcak ve samimi bir yolculuk oldu sizle gezmek biz okuyanlar için..Teşekkürler..

    YanıtlaSil