METROPOLITAN MÜZESİ



Ev Bezgini, öyle vıç vıç müze gezip içini bayıltmaz. Fakat bu Metropolitan bir dünya, bir âlem, ay bismillah!


O sabah kör olmayan bi saatte uyandık, Long Island'daki güzel evimizden çıktık, bastık Manhattan'a doğru.


Yol kenarında kar var ama hava açık. Kıç donduran soğuğu da dondurmaya ara vermiş.


Queensboro Köprüsü'nden geçiyoruz. O sağdaki bacaların olduğu yer Roosevelt Adası. Sol taraf ise Manhattan.



Manhattan tarafından çekersen, böyle bir fotoğrafın olabilir. Ben çekmedim, internetten yürüttüm bunu. Ay o pembe ne be, ceset gibi.


Bu da köprü üstünden.


Long Island'dan Manhattan tarafına geçmek için 5 tane köprü var. Bu, kuzeyden ikinci. Tüneller ayrı.


Ve işte cam gibi güneşli bir ocak gününde, klasik Manhattan caddeleri.


Biz Nil ile Metropolitan Müzesi'ne gittik. Gülfem ise resimleri ile ilgilenen bir iki galeriyi ziyaret edecek. Ay ne kadar enteliz di mi? Hıh!


Maşallah, çok eski ve çok havalı yerde. 
5. Cadde ayol, Fifth Avenue.


İnternete, şuraya, buraya bakarsan Metropolitan'ın yani kısaca MET'in giriş ücreti 25 Dolar. Fakat aslında bağış usûlü alıyorlar içeri ve işte bak ben iki kişiye 10 Dolar ödemişim.


Ha, param yok desen onu da almıyorlar, emin ol. Yakana bunu yapıştırıyorsun, hop içeri. Sana bi çakallık öğreteyim. Bu yaka etiketlerini çıkışta bir panoya yapıştırıp çıkıyor ziyaretçiler. İstersen hiç para ödeme ve param yok muhabbetine de girme, git al oradan bi tane, yapıştır yakana, devam et. Ay ne pis insanım be!


Klasik arkeoloğum diye evvela Yunan, Roma salonlarına daldım.


Bu, haberci tanrı Hermes'in kanatlı ayakkabıları. İÖ 1. yy'a tarihlemişler.


Şu takılara bak hele... İÖ 320 falan. Kırım'dan.


Metropolitan Müzesi nedir deseler, insanın yeryüzünde var olduğu taa ilk zamanlardan itibaren, her dönemin en şahane eserinin sergilendiği yer derim.


Zaten Amerika'nın ne tarihi var ki, kalksın da sergilesin?


Bilhassa koleksiyonerlerin bağışları,


aynı zamanda dünyanın her yanından bilinçli bir şekilde devşirilmiş eserleri ile oluşturulan MET, 


muhakkak görmen gereken bir yer.


Nil de mest oldu. Geçen yıl Fars dili öğrenmeye merak sardığından, hızlıca İran salonuna geçmek istiyor.


Anam! Bizim Antakya mozayıkları. Mozaik, sesli uyumuna çok aykırı. Mozayık de bak bi kere, daha şugar. Billa.


Sonra bak bi salon var, ağaç eserleri koymuşlar buraya. Aztek, İnka, Maya, Papua Yeni Gine vs mahreçli objeler var burada.


Bayıldım bunlara.


Tiplere bak.


Ha gayret bacım.


MET'i gezerken anladık ki, eğer vakitlice gelmez ve adamakıllı bir plan dahilinde gezmezsen


müzeyi bir günde bitiremezsin!


Bu çocuk müzede çalışıyor, güvenlikçi. Fotoğrafınızı çekeyim dedi, gel beraber çekinelim dedik. Fotoğraf çekinmek!


Rönesans Avrupası'na doğru gelince MET iyice coşuyor. İnanılmaz bir ihtişam ve ayrıntıcılık var.


Bak sana bir saat göstereceğim. 1610'da Almanlar yapmış bunu. Lütfen aşağıdaki videoyu izle.


Hay seni yapan elleri seveyim.


Kare kare müze fotoğrafı gösterip ansiklopedik bilgiye boğacak değilim, en sevmediğim şey!

 

Dünyanın en çok ziyaret edilen ve en pahalı caddelerinden Fifth Avenue'de hayat capcanlı akıp giderken, Metropolitan'da zamanın en kıymetli anlarının birer altın damla gibi asılı kalması ne muhteşem bir tezat.


Müzeye öğleden sonra girdiğimiz için zaman yetmedi.


Tekrar gelmeye karar vererek çıktık. Bu uyuyan hatun, Amerikalı ressam Elizabeth Boott... 1888'de ölünce, kocasının yaptırdığı mezar bu. Ay ne adamlar var!


Nil memnun. MET, ummadığı kadar büyüledi onu. Maksude'ye dönüşüverdi yine, bana sardı.


Sonra Central Park'ı sağına alıp 5. Cadde'nin kalbine doğru yürümeye koyuldu.


Akşamın inmeye başladığı o vakitlerde Central Park böyle.


Fakat ben sana parktan değil 5. Cadde apartmanlarından söz etmek istiyorum.


Merak edip emlakçı sitelerine bir göz attım, kiralar en minnacık daire için 3 bin dolardan başlıyor. Sen de bakmak istersen buyur buraya tıkla.


Bu sıra sıra acayip pahalı ve Central Park manzaralı apartmanların tam bittiği yerde, cadde iyice alevleniyor.


İşte tam o köşede meşhur Apple binası var.


Ötesinde ise acayip kazık markaların dükkânları sıraya girmiş.


Nil para yemeyi çok sever.


Benim niye çoook param yokmuş? A, deli bu kız... Küçükken sorardım, "Nil sen büyüyünce ne olacaksın" diye, "Zengin!" derdi.


Bu 42 saniyelik kısa videoda sana biraz müzenin havasını solutmak istedim. İzle ve devam et lütfen. Bitiriyorum.


Burası Gülfem ile buluşacağımız nokta. Yani Park Avenue ile 54. Cadde'nin kesiştiği yer.


Küçük hanım çok üşüdü. Soktum bir kafeye. Sıcak bi şeyler ısmarladım. Bak kafada kalpak, sırtta parka ile oturuyor. Isınınca yüzü güldü.


Ben ise tişörtle.


Park Avenue'yü çok seviyorum. 5. Cadde'nin altında, East Side tarafında. Tam ortasında Grand Central Terminal var. Mavi bina, işte o.


O gece, Park Avenue'de buluşmak için sözleşen 3 Türk delinin hâli pür melalini sana üstteki video ile göstereyim istiyorum. Allah bizi kahretmesin, ne diyeyim. Şimdi bunları Üsküdar'daki evimde yazarken, yüzümde nasıl mutlu ve aynı zamanda hüzünlü bir tebessüm var bilsen... Mutluyum çünkü bütün bunları biz yaşadık. Hüzünlüyüm çünkü ölüm var... O hâlde ölene dek gezmeye ve güzel şarkılar dinlemeye devam... 


Buyur lütfen, senin için seçtim.


Manhattan'ın gökdelenleri kadar seviyorum seni. Beni, yolladığın şahane mesajlarınla yüreklendirdiğin, yaşamaya daha da iştahlandırdığın için. Kalp kalbe karşı, bilesin.








Çarşamba, Mart 30, 2016 tarihinde yazıldı.

2 yorum:

  1. Cok guldum herseye...bi daha bi faha seyrettim videolari...

    YanıtlaSil
  2. Ya seninle gezmeden ölürsem bu hayatı yaşanmamış sayacağım. Harikasın kadın, harika!

    YanıtlaSil