SAN FRANCISCO MACERAM



Baştan söyleyeyim, yazının çok az bir yeri 18 yaşından küçüklere uygun olmayabilir. 


17-25 Eylül günleri arasında San Francisco'da kaldım. Amerika'yı çok seviyorum. SF deneyimi de müthişti. Gel yine tek tek anlatayım...


Atatürk Havalimanı'ndan üç aktarma ile uçuyorum. Böylesi çok daha ucuza geldi. Eğer THY ile uçsaydım en az 2500 TL ödeyecektim ve Frankfurt'ta 12 saat bekleyecektim. Şimdi süre çok uzamadı ama indi bindi sayısı arttı, bu da valizi kaybetme riski demek ama 1800 TL'ye KLM'den hâllettim. Bileti, seyahatimden 2 ay önce aldım. 



İlk durağım Hollanda, Amsterdam. 


Hayatta çok az şey, uçağa giden körükten geçmek kadar mutlu edebilir beni. Her körük yeni bir dünya, her koridor yeni yollar, insanlar, hayatlar, sokaklar demek... Yolda olmak ne iyi.. 



KLM'nin tipsiz mavi uçağı. Ne nankörüm di mi, beni taa nerelere taşıyacak oysa?



2-3 dakikalık gecikme ile kalktık. Saatim doğru ama takvime takılma, iki gün geriden geliyor. Umursamıyorum. Benim hızıma kim yetişmiş ki takvim yanımdan yürüsün? Normal. 



Sabahın köründe kalktık, güneş peşimizden kovalıyor, bu muhteşem... 



Ay ben bu teyzeyi limanda görüp korkmuştum. Allah'ın yarattığı ile dalga geçilmez ama bu, Allah'ın yarattığı hâli değil zaten. Estetik operasyonlarla kendini başka bir şeye çevirmiş. Geldi de tam yanıma oturmadı mı? Puh!



Hollanda ve bisiklet... Bisiklet ve ben... Ne güzel bardakları var KLM'nin. 



Kahvaltı güzel. Ama THY'nın yanından yamacından geçemez. Hostesleri de yaşlı ve iri. 



3 saat 5 dakikalık uçuşun sonunda yoğun bulutların arasından Amsterdam'a alçalıyoruz. 



Şimmmdi teker basıyoruuuz... 



Schiphol'e hoş geldik. 3 buçuk saat burada bekleyeceğim. 



Hemen Duty Free'ye girip magnetlere sardım... 



Bir Bailey's ve iki magnet aldım. Magnetlerin biri ve şişe Nesrin Abla'ya. San Francisco'ya onun evine gidiyorum. 



Kaç para verdiğimi merak edersen diye... 



Limanda turluyorum. Valizim nasılsa Detroit'e gideceğim uçağa aktarılacak. İlgilenmek zorunda değilim. 



Bir yerden priz bulmalıyım derken, tuvalette karşıma çıkıyor... Takıyorum hemen telefonu. 



Tuvalette dünyanın her yerinden cins cins kadın gelip geçiyor. Hepsini kritik ediyorum. Mavi etekli, KLM hostesi mesela. Öbürü temizlikçi. Aman ne tipler geçti... Afrikalısı, Asyalısı... Hayır, ilginç olan benim bu kadınları tuvalette oturup dikizlemem. 


Oğlum Ata ile yazışmaya koyuldum. Herhalde 2 saat o tuvalette yazdım, okudum, kahkahalar attım. Kadının biri, "Are you OK?" diye telaşla sordu. Başım önde gülme krizine girmelerimi, ağlıyorum sanmış. Nasıl bu kadar komik oldu bu velet bilmiyorum. 



Sonra sıkıldım, anaam dışarı bir çıktım! Bu da ne? Hollandalı, bir sürü yüksekçe masa ve masalara prizler koymuş ki millet elektrik derdine düşmesin, telefonunu, tabletini, bilgisayarını şarj etsin! Ata'ya bu fotoğrafı gönderdim. Hayvan evlat, "Amarok, yuh, oha, puuuu, ahahahahaha, ni ha ho ho ho" nidalı bir mesaj attı ve ekledi: "Mutlaka bir Türk gelir diye tuvalete de priz koymuşlar anne, ıskalamadın maşallah" 


Moralim bozuldu hâliyle... Sigara içeceğim yer aramaya koyuldum. 


Şaka şaka... Ne bozulacağım. Ama sigara içilebilen bu kafenin adını not etmediğim için şimdi bozgunlardayım. Özellikle gezilerde, not almayı ihmal etmeyecek, unutmam ben diye dayanaksız özgüven geliştirmeyeceksin. 



Sigaradan sonra Detroit uçağımın kapısına gittim. Fakat bir aksilik sezdim. Elimdeki boarding pass ile elektronik biletimdeki uçuş kodlarım birbirinden farklı. Abbooow, sonradan bir fark ettim ki, boarding card'taki uçağın saati de benim satın aldığımdan farklı!


Bak ortadaki kartta ne yazıyor? 09.00... Ama saat olmuş 11.30... Satın aldığım uçağın saati 11.45 olmasına rağmen, benim valizi 09.00 Amsterdam-Detroit uçağına yüklemişler. Beni anons etmişler. Duymamışım. Tuvalette kikirdiyordum ya o saatlerde, anonsa niye kulak vereyim? 


Yeni biniş kartım düzenlendi... Önce ek para istediler, sonra caydılar... 



Neyse, uçağa binmeyi başardım. Ama güvenlikten çok zor geçtiğimi söyleyeyim. Ortadoğu'nun karışıklığı, benim gayet El Kaide bağlantılı (!) soyadım, son bir yılda girip çıktığım Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkeleri, vakti gelen uçağıma binip gitmemem falan filan gibi başlıklarla kafalarını karıştırdım, canıma okudular. 



Delta Airlines'ın uçağı emekli otobüsü gibi hepsi yaşlı ama bildiğin küçük Amerika. Çok yüksek sesle konuşuyorlar. Keyifleri yerinde. Bütün diyaloglar Amerikan filmleri ile yarışır. 



7 saat okyanus geçeceğim şimdi. Bi' o tarafa, bi' bu tarafa toplam geliş gidişlerimi sayarsam, okyanus üstünde 56 saat uçmuşluğum var. Düşünürsen çok sinir bozucu. Sinirler bozulmasın diye n'apıyoruz?



Dolduruyoruz Heineken'i... Hollanda birası. Allah, okyanus aşırı uçuşlardan geri komasın Ya Rabbim!... 



Delta'nın yemekleri de THY'nin yanına uğrayamaz... 



Ama aklım bu siyahide kaldı. Bir adam bu kadar mı karizmatik, güler yüzlü, yakışıklı, tatlı dilli olur... Tevazuda da bunlar THY'nı sallar. 



Siyahiden ikinci birayı istiyorum. Bu kez Forst rica ediyorum. Bunun mahreci Belçika... 



Yol arkadaşım Chris Cornell... Michigan eyaletinde Detroit'in 3 saat kuzey doğusunda oturuyormuş. 55 yaşının üzerindedir sanırım. Karısı falan yokmuş. 3 ayrı işte çalışıyormuş. Son derece centilmendi. Agop'un kazı gibi yemişiz baksana... 


"Sen çok hoş bir Türk kadınısın" dedi bana. Söyle Chris söyle, hep bu laflar yüzünden geliyor başa ne gelirse. Şımardım ben yine de... Hâliyle... 



Yol uzun, ben huysuzlandım. Canım yaa, sırtımı ovdu, başım ağrıdı gitti Asprin aldı. Omzunda uyuttu. Ben küçücük koltukta tavuk gibi eşindim, gık demedi. Koca olsa, inişte boşardı yani, öyle diyeyim, sen anla... 



Uçakta başın kıçın ağrırsa, eziyet çekme. İste versinler. Ped bile lazımsa, var onlarda çekinme al... 


Delta bizi tıkalamaya devam ediyor. Sebzeli sıcacık bir sandviç geldi. Yolculuğun da sonu... 


Chris domates suyu içiyor. Zaten bu gâvur milletinin uçuş rutini domates suyu. Ben içmem, tarhana mı kaynatıyoruz? I ıh... 


Detroit'i hep çok merak etmişimdir. Amerika'nın önemli sanayi şehirlerinden ama batık. Terk edilmiş evleri falan görmüştüm. Çok dramatik gelmişti, aynı zamanda ürkütücü... Tepeden bakınca bir şey belli olmuyor tabii şimdi. 


Müthiş bir havalimanı var. New York JFK'yi falan şalvarında sallar. Müflis bir de yani bu şehir. Öyle düşün... 


Şimdi, bir önceki uçuştan zincir kırıldığı, yanlış kart verildiği için Detroit-San Francisco uçuşum da yamulmuş oldu. Yani, benim Detroit'e indiğim saatte, bana verilen uçak zaten kalkıp gitmişti. Ama asıl uçağın saatine daha vardı. Elimdeki boarding card'ı hiiiç göstermeden, gittim yeniden check in yaptırdım. Bir şey derlerse, elektronik biletimi gösterip, aa benim biletimin saati bu diye cazgırlık yapmaya hazırım...


Hı hı... Welcome... Sevsinler sizi. Bu kez beni hiç iyi karşılamadı Amerika. Check in yaptırdım tamam, asıl uçağıma binebileceğim. Ama Hollanda'dan aldığım Bailey's şişesi dert oldu. Ya hu Duty Free bu, kilitli torba diyorum. I ıh bana mısın demiyor. Sırt çantamı kaşla göz arasında alıp bagaja gönderdiler. Ay, dur cüzdanım demeye kalmadan, elimde bir telefon ve pasaport kalakaldım. Bütün param bagaja gitti. Çalınması ihtimali ile o 4 saatlik Detroit-SF uçuşu var ya, bana bir kabir azabı geldi ki sorma... Bitmedi! Pasaport polisi, camlı küçük masasından çıktı. Aldı beni başka bir polisin yanına götürdü. Beyrut'a niye gittiğimden başladılar. Tunus'ta kimleri gördüğümden çıktılar. Türkiye'de ne iş yaptığımı zaten biliyorlar, şirketin kimliğini istediler. Suriye'ye gitmiş miyim, Yunanistan'a bir günlük niye girip çıkmışım? Ay deli olacağım. Cem Yılmaz geliyor aklıma. Basit ve duru olmaya çalışıyorum: I am tourist! Turistim lan ben. İster Beyrut'a giderim, ister Damascus'a, ister Jerusalem'e... 



Neyse çok şükür havadayız. Telefonun ekranına kanma. İnternete havada hiç bağlanamadım... 



Amerika'nın çok merak ettiğim orta eyaletleri altımdan akıp gidiyor ya, aklım aşağıda. 



Nihayet dünyanın tam öte ucuna geldim. 25 saat sürdü yolculuğum. Elbette beklemelerle beraber. Havada geçen süre 14 saat... 



Hadi bakalım, göreceğiz hoşu beşi... Hele o sırt çantam bir çıkmasın!


Sırt çantam çıktı. Ama valiz yok. Hollanda'da kalmış. :) Delta Airlines'a gidip form doldurdum. "Yarın evine gelir" dediler. 


Burası San Francisco'daki evim. Bu güzel de Nesrin Ablam... Bir hafta beraberiz. 



Dolunay var. Ve çatıların hemen ötesinde okyanus. Uğultusu hiç bitmiyor. Hiç! Jetlag falan bana hikâye. Saatimi hiç şaşırmam. Sanki İstanbul'daymışım gibi yattım mışıl mışıl uyudum. Sabah oldu, dipçik gibi kalktım. 



İki katlı evimizin arka bahçesi. Alt katta Rus asıllı evsahibi Tatyana oturuyor. Biz üstteyiz. 



Bu yan evin bahçesi. Bayılıyorum etrafı kolaçan etmeye. Başka hayatlar, başka alışkanlıklar... 


Bu fotoğrafı çekip Facebook'tan "İyi geceler Türkiye, bize günaydın" diye paylaşıyorum. 



Meyveli yoğurtlu tertemiz bir kahvaltı ile güne hazırım. Pasifik Okyanusu'nu çok merak ediyorum. 



Nesrin Abla, sabah sabah "Sherry içer misin" diyor. "Aybettin, doldur" diyorum. Soldaki sardunyayı kilisenin bahçesinden çalmış. 



Derken UPS geliyor. Gitmeden önce internetten aldığım ayakkabıları getiriyor. Ama sadece ilkini. 



Salomonlarım şahane. 3 çift bundan, bir çift de Dr Martens çizme aldım. Bu ilki. Niye parti parti gönderiyorlar anlamadım... 



Kargodan sonra hemen sokağa fırladık. Giysilerim Nesrin'in. Benim valiz Hollanda'da ya. 



Speedy Nesrin önden gidiyor, yetişmek zor.  





Amerika'nın havai telleri. Hep böyle... 



Okyanus yolunda bisikletçiler. Versenize bir tur diyesim hem var hem yok. Denizi görmek için can atıyorum...  



Nihayet geldik ve ilk taleba. Yağmurkuşlarını merak ediyorum. 


Hey, bak bana bak! Burası Büyük Okyanus... Ötesi Japonya. Arada Hawaii var. Ay ay ay... 


Nesrin Abla, seni seviyorum. Böyle sarıldığın, evini açtığın, sokak sokak San Francisco'yu gezdirdiğin için...  


Life is beautiful!



Hem de nasıl... 


Pasifik'te yüzemezsin, en azından SF'da. Deniz çivi gibi soğuk. Ama bu, sörfçülere engel değil. 


Bunlar Sand Dollar. Okyanus kurabiyeleri. Üzerleri tıpkı elle işlenmiş gibi çiçek desenli deniz kabukları. Narinler, hemen kırılabilirler. Ofisimde masamı süslüyor 4 tanesi. 



Okyanus sadece deniz canlılarına değil, kuşlara da cazip... 



Ve sahiller çok geniş. Okyanus bu, belli mi olur hâli, kafası bozdu mu kalkar kendini vurur evlere, yollara. Mesafeli davranmakta fayda var... 



Nesrin güzel kadın. Boynumdaki şalımı hediye ediyorum. Ne yapsa yakıştırıyor. 



Hele profilden bebek gibi... 


Burası okyanustan yukarı doğru bizim mahalle. Sunset District. Otobüse binip şehri gezeceğiz. 



Bu ağaç, Poseidon'un ya da Okeanos'un hışmına dayanamayıp tersine kapaklanmış. 



Otobüs durağında gazete kutuları... 


71 numaralı hat. Market Street'e gidiyoruz. Ama önce Haight Street'e uğrayacağız. Otobüs hep Çinli dolu. Burası zaten Çin gibi.  



Bu caddede dükkânlar çok eğlenceli. İkinci el satan bir yere giriyoruz. 


Nesrin otrişle poz veriyor. 14 dolara The North Face marka bir uyku tulumu bulup hemen alıyorum.  


Ben de bu 'cadı' şapkasını takıyorum, evet hiç eğreti durmuyor farkındayım, ne var?



Nil görse burayı, bayılırdı. Nil kızım, biliyor olabilirsin. 



Fotoğraf yasak... Fark etmez. 



Sonra markete dalıyoruz. Brüksel lahanasının aslında böyle bir şey olduğunu biliyor muydun?



Ve vuslat! Bu benim Amerikalı sevgilim. Dr Pepper. Bir çeşit kola. Seven çok seviyor benim gibi, sevmeyen ise "Iyyk" diyor. Acıbadem aromalı gibi. Ne bileyim ya, çok başka. Bayılıyorum ben. Sabah başlıyorum içmeye, yatana kadar. 


Marketten hiç tatmadığım biralardan da alıyorum. Samuel Adams, hem ucuz hem güzel... Abartmadan günü bitiriyoruz. Bugün daha ilk, can çıkarmaya gerek yok. 



Ertesi sabahın ilk ve güzel haberi, valizim geliyor. Kucaklayan Sina. Üniversitede marketing okuyor burada. 19 yaşında. Selim ve Nesrin Tuncer çiftinin ilk çocuğu. Yakışıklı... Benim oğlumla da yaşıt. 



Renk renk yemenilerim var ama bu mavi olan benim gördüğüm her ülkeyi gördü. Yemeni bağlamayı çok seviyorum. Anadolu kadınını daha iyi ne yansıtabilir? 



Madem Anadolu kadınısın, arabayı da yıkamalısın. Hadi bakalım... 



Çıt çıt çedene türküsünü söylüyorum. Bilmediğim yerini uyduruyorum. 



Fotoğrafları Facebook'a koyuyorum, radyodan Cenk, "Bu iş için ta oraya gitmene gerek yoktu" diye yorum yapıyor. 



Her iş için her yere gidebileceğimi çok iyi bildiği hâlde... :)



Vee UPS bir daha geliyor. Arslanım benim. Bu Salomonların rengine bittim... Fiyatını merak edersen, 130 Dolar. Türkiye'de bu modeli bulamadım. Bulsam da pahalı.. 


Hemen ayağıma geçirip, sokağa atıyorum kendimi. Pek hevesliyim pek... 



Burası otobüs durağı. Hedef outletler. Bildiğin, para yemeğe gidiyorum. Rehberim Nesrin... 



Önce Ross'a uğradık. Her markanın kalmışı, dökülmüşü, itilmişi, kakılmışı burada. Ama aradan iyi şeyler bulabilirsin. 



Uuuuu, fıstık gibi burası. Hadi karıştıralım!



Amerikalılar ve esasen tüm Batılılar çok uslu tipler. Mesela bizde böyle bir tabela yazsan, yalan olur... Ama bunlar uyguluyor. Zira uymayana ceza da çok yüksek. Oysa ben Üsküdar Belediyesi'ne yalvarıyorum bizim sokağa bir konteyner koyun da kapıma çöp bırakmasınlar diye, adamların umurunda bile değil. Sırf böyle ayrıntılar yüzünden çekip gidesi olduğum çok. Valla billa çok... 



Bütün bu stoplarda duruyorlar. Dört yol ağzı buralar. Işık yok. Herkes duruyor. Sürekli duruyor. Bir Türk için ne kadar aykırı bir durum... 



Bu otobüs bileti. 4 saate kadar aktarma beleş. Nesrin'in aylık kartı var. Bunu benim için aldık. 



San Francisco'nun batısında, okyanusa diklemesine inen sokaklar böyle. Bizim mahalle burası. Sokaklar çok geniş. Amerikan rüyasının inşa yıllarına denk geliyor olmalı evler. Hepsinin garajı var, bitişik nizam. Herkese iki anahtar yani. Bir ev, bir otomobil ideası... Aslında evler eski ama tıkır tıkır çalışıyor her şey. Kiralar ise bizim için deli gibi yüksek. 2500-3000 dolar civarı. 



Burunlu otobüsleri beni hep cezbediyor. Kamyonları hele. Onları birazdan göstereceğim... 



Raylı sistem her yerde. Bu da işleri çok kolaylaştırıyor. 



Otobüste, tramvayda inmek için duracak düğmesi arama, pencere boylarınca asılı bu ipleri çektin mi, tamamdır. Hemen yazar orada: Stop Request... 



Şimdi metroya biniyoruz. Castro'ya gideceğiz. Castro çok ilginç bir yermiş. Eşcinsellerin semti. 


Bayrakları, dünyaca bilinen ve kabul edilen gökkuşağı renklerinde. 



Kadınlar el ele geziyor. Ben, Nesrin'in bana anlattığı tamamen çırılçıplak adamları merak ediyorum. Kolluyorum, göremiyorum. Kafelerden birinin önünden geçerken kabak gibi bir popo gördüm ama tırstım, fotoğrafını çekemedim. Ne bileyim ben, ömrümde deneyimlememişim, böyle gündüz gündüz, cıscıbıl. 


Castro'da bir mağaza bu. Biz Türkler hani erkeklerin önüne doğru muccuk sesi çıkarıp parmaklarımızı birleştirip uzatırız ya, onu yapıyorum. "Sağımın tersindesin, döverim ağzını burnunu" diyor. 



Castro'dan F tramvayına binip Market Street'e gidiyoruz. 



Eski ama sistem tıkır tıkır çalışıyor. 



Bu da info. Merak edersen tıkla, büyüsün oku... 



SF'da her yer bisikletli ve bisiklet yolu... 


Haftada 3-4 gün bisikletle İstanbul'u hallaç gibi attıran bir bisikletçi olarak, çok dikkatimi çekiyor bisikletler... Ülkelerin düzenlerini kıyaslıyorum. Çok arkadan geliyoruz. Üzülüyorum.



Market'a geldik, ipi çekelim... 



Amerika'nın en belirgin özelliği, her şeyin çok büyük olması. Bu küçük kola. Küçük... 


Nesrin Abla bu yemeği ısmarlıyor. Makarna, buharda pişmiş sebzeler ve tavuk. Pasta Moto'da yiyoruz. 



Ödediğimiz para bu... 


Market Street, San Francisco'nun kalbi. Finans merkezi... 



Sokak satıcısı. Şapka bunlar. 



Her yer bayrak bayrak bayrak. Gözüme gözüme Amerika'nın büyüklüğünü sokuyorlar... 



Amerika, çok büyüksün ama bu kadar evsize ne diyorsun? O kadar çok homeless var ki San Francisco'da, insanın aklı almıyor. 



Ve Amerika korkaksın, çok. Bu bir otobüste yazıyor. Niye ki? 



Bak bu da bizim İstanbul Belediyesi'nin uygulamaya başlayacağı bisiklet aparatı sistemi. Hadi inşallah. 



Koca SF'da otomobilden kolunu sarkıtan tek adam gördüm, o da 911 personeli... 



Sonra yine tramvaya bindik... Fisherman's Wharf'a gidiyoruz. 



Hayat Güzeldir pozumu İstanbul'da tramvayda versem deli diye bakarsınız. Burada kimsenin umurunda değil. 


İşte burası Fisherman... Kalbim burada kaldı. Amerika gibi değil, Akdeniz kasabası gibi. Sıcacık bir yer. Işıl ışıl. Eğlenceli. Sıra sıra limanlar var, adları Pier... Pier 9, Pier 39... Böyle, numaralı... 


İlk iş Hard Rock Cafe'yi buluyorum. Tişört koleksiyonuma San Francisco eklenecek, seviniyorum.  



Ata ve Nil burada olmalıydı... 



Fisherman'ın hemen karşısında Alcatraz var. Tıpkı bir gemiye benziyor. Ama dümeninden, pervanesinden prangalarla derine bağlı bir gemi. Ne dramatik hikâyeleri vardır. Burayı konu edinen bütün filmleri izlemeyi planlıyorum. 


Bu cigarayı Alcatraz'ın anıları için tüttürüyorum. Dışarda deli dalgalar, gelir duvarları yalar... Tutsaklık, nereden baksan müthiş bir dram... Kanlı katiller için bile. 





Pier 39'un fokları. Dana gibi böğürüp, haşarı çocuklar gibi itişip kakışıyorlar. 


Gözümün gördüğü her yeni şeyde daha çok mutlu oluyorum. Nesrin benim bu hâlimi fotoğraflıyor, sağ olsun... 


Gün devrilmeye, hava üşütmeye başladı. Burası Ghirardelli Square. Cem Ceminay'ın "Mutlaka o çikolatalardan ye" dediği çikolatacı bu. Bugün değil ama yarın yapacağım o işi. Şimdi Cable Car ile evin yolunu tutma vakti. Gerçekten dondum. 


Cable Car bu. Nostaljik tramvay.


 6 dolara kazıklıyorlar. Bizim parayla 12 lira. N'oluyor ya hu! Bir de bekle Allah bekle, gelmez... 



Turistler hep giyindi kuşandı ama altları cıbıl, şort... Ben dahil. 


Çıktı mı akşam ayazı, tumba da yatak Mahmure... Bu dizelerin sahibi Turgut Özakman'ı da henüz yitirdik di mi? Burada analım.  


Çok şükür bindik ve kalktı. Geceyi bu nostaljik aracın içinden izliyorum. 


San Francisco'nun yokuşlarından aşağı top gibi yuvarlanıyoruz, ay çok eğlenceli. Aşağıdaki videoda tramvaydaki maymunluğumu izleyebilirsin. 


San Francisco'da ikinci günü bitirdim. Yarın büyük gün. Heh heey! Bisikletle Golden Gate'ten geçeceğim. İstanbul'dakiler de bu hafta sonu Boğaziçi Köprüsü'nü geçecekler. Şans işte! 



Burası bisikleti kiralayacağım yer. Market Street'e kadar otobüsle gidip, oradan dikine inen Hyde Street'ten yürümeyi planlıyorum. Hem bir sürü sokak görürüm... 



Bisikletçiye giderken yolda gördüklerimi sen de gör. Bir kere bu memleketin kamyonlarına tutkuluyum... 



Şunlardaki efeliğe bak sen hele hele... 





Hey! Caddenin adına bak. 



Tamam, Türk Caddesi'ni görünce sevin ama Türk'üm diye yerli yersiz kendini eleştirip komplekse kapılma. Bak San Francisco'da da bazı yerleri çok affedersin bok götürüyor. Sırf sen de gör diye çektim. 



Bak, gör... 



Hyde Street'ten aşağı devam. Dikine kesişen bir sürü bayır, sokak, cadde, street, avenue...



Şaşırıyorum, tramvaylar nasıl tırmanıyor buraları... 



Lombard Street'ten geçtim. Virajları ve çiçekleri ile ünlü. Oyuncak gibi bir şey. 



SF'da begonvil yetişmesine şaşırıyorum. Hem serince bir yer hem de Akdeniz bitki örtüsüne denk geliyorsun. Ne iş, anlamadım. 



Caddeler uçsuuuz bucaksız sonlara gidiyor. 



Bak burası bir üstte gördüğün upuzun caddenin adı... Francisco'dasın diyor, tadını çıkar Banu! Aybettin. Bak şimdi neler yapacağım... 



City-discovery.com'dan kiraladığım bisikleti buldum. Trek marka. Yumuşacık bir şey. Ne gezerim ben şimdi bununla. Önce rehberli gruba takılıyorum. 



Tıpkı İstanbul'daki turlarımız gibi, bir kaptan, bir de artçı var. Kaptan Sam Amerikalı. Artçı Andrew Romanyalı ve yakında memleketine dönecekmiş. Sam, Golden Gate yönünü gösterip nasıl bir parkurdan gideceğimizi anlatıyor. 



Turdakiler çoğunlukla Alman. Benim hâllerim biraz daha haylaz bisikletçi olduğundan beni ekipten biri ya da yerli sanıyorlar. 


Ama kolumdaki Türk bayrağından kafaları karışıyor. Ben de deplasmandayım ya üzerime bir hamaset geliyor ki sorma... Türk'üm ben Türk! İstanbullu bisikletçiyim!!! 


Limanda durup ilk brifi alıyoruz. 





Amerika'da kaldırımda eğer böyle kırmızı çizgi görürsen, oraya asla park edemeyeceğin anlamına geliyor.  



İlk durağımız Art Museum. Makimemin Allah'ı var, güzel çekmiş. Fotoğrafların kimini iPhone kimini Canon 600D ile çekiyorum.  



Bunu Sam çekiyor... 





Burada ışıkla başa çıkamadım. Zaten öyle bir iddiam da yok.  



Bunu da Andrew çekiyor. Ağzım valla billa kulaklarımda.  



Burası Golden Gate Recreation Area. Zaten biz de durup dinleniyoruz. Sis köprüyü yutmuş. İçinden geçeceğim biraz sonra. Bunu yapacağıma inanamıyorum. Hem de bisikletle. Zaten inanamadığım bu!  



Merak edersen... Tıkla büyüsün. 


Kısa bir rampa ile daha yüksekteki bu düzlüğe çıktık. İstanbul yokuşlarının faydasını orada gördüm. Bisikletçilerin çoğu sapır sapır dökülürken, sıkıntısız çıktım rampayı. 



Köprü üstünde ilk iş çocuklarıma mesaj göndermek oluyor. Anasın işte, nereye gitsen, uçsan kaçsan değişmez... Bu Nil için...  



Bu da Ata'ya...  



Çingene gibiyim. Her renk var. Peki keyfime diyecek var mı? İşte o yok... Golden Gate'e, Boğaziçi Köprüsü'nden selam getiriyorum.  



Köprü bu hâlde. Sis düdükleri o kadar acı ötüyor ki, garip hislere kapılıyorum. Rüzgâr çok sert. Formam havadaki nemden ıslanıyor. 

 

Hem video hem fotoğraf çekip hem de bisiklet sürünce, düşmüyorum ama bir yere tosluyorum kendimi. Dizim acıyor. Acısın. Değer... 



Köprüden çıktık. Sausalito yoluna kıvrıldık şimdi. Yine turistik güzel bir yer. 



Pe heyyy! Manzaraya baksana sen hele! Ada mı bulutların içinde uçuyor, bulutlar mı denize inmiş belli değil. 




Üstelik bu yoldan bisikletimle geçiyorum. 



Bu kareler şahane. O yüzden hepsini paylaşıyorum.  



İstediğin fotoğrafı alıp, istediğin şeyi yapabilirsin, biliyorsun. 



Buna hayran oldum. 



Sam ekibi bekletiyor. İçlerinde en deneyimli belki benimdir ama en arkada kalan da benim. Blog için bir sürü fotoğraf çekiyorum ve beni beklemek durumunda kalıyorlar. N'apim len? Ay em turist ya!



Sausalito'da ekipten kopuyorum. Zaten onlar geri dönecek, bisikletleri teslim edecek. Benim niyetim akşamı bulmak. Hamburger yiyeyim. 



Alıp parkta oturuyorum. Galiba 6 dolar gibi bir şey ödedim. 



Oturup yediğim park da bu. 



Sonra SF'ya dönüş için feribota biniyorum. Dünya kadar bisikletli de benimle birlikte... Bisiklete bilet yok, beleş. 


Bisikletleri bu amca diziyor. Biraz sinirli. Hiç bulaşmadım, itaat ettim, rahat ettim.  



Bunlar Hollandalı. Ay bebeği ne yedim yedim yedim. 





O da beni yedi. Anası, babası, bu, bisikletle geziyorlardı. Normal. Dedim ya, Hollandalı.  


Sausalito'dan palamarı çözdük kalktık. SF karşıda böyle. Köprü, Bay Bridge. 



Amerika beni çok heyecanlandırıyor. Burada olmanın tadını çıkarıyorum. 



Biraz açıldıktan sonra kaptan yol kesiyor. Koşa koşa güverteye çıkıyorum. Tam da tahmin ettiğim gibi, Alcatraz'dan geçiyoruz. Görelim diye yavaşladı. 



Bendeki en yakın fotoğrafı bu... 



Bu turist kardeşin objektifi eşeğin paçası kadar olduğu için kim bilir nasıl çekmiştir fotoğrafı. 



Erol Evgin'in şarkısı geliyor aklıma:

Bir beyaz yelkenliyle çekip gidebildik mi,
Serseri gecelerde hiç savrulabildik mi,
Bir bohça sevda ile düşebildik mi yollara,
Yaşanmamışları düşün, boşver sen gerisini...



Ay ay, feribot iyece yaklaşıyor meşhur SF siluetine... 



Bak bu da Bay Bridge tarafı... 



Feribotta bir hatun var, adı Sandy, SF'da yaşıyor. "Ver ben seni çekeyim" diyor. Seviniyorum. Türkiye'ye gelmiş ama sadece cruise ile Kuşadası'na yanaşıp Efes'e çıkmışlar. İstanbul'u merak ediyor. 



"Gel kız bende kal n'olucak" dedim. İnanamadı. "Valla billa, ben de sana gelirim, otele ne para vericez" dedim. Bakayım arayacak mı? İnanmadı pek. 



Yanaştık o arada. Hollandalılar peşimden iniyor.


Pierlerin birine yanaştık. Attım kendimi hemen bisiklet yoluna. Turdan çoktan koptum. Kopukluk, hele de bilmediğin memleketlerin, bilmediğin sokaklarında ne güzel... Taksici bisiklet yoluna park etmiş, deve...


Fisherman's Wharf'ın kalbine pedal basıyorum. 



Evsizlerle oynaşıyorum. 



Bu da evsiz. Ama yeni düşmüş belli, henüz temiz pak... 



Adamın müziğini bir duyaydın, aklını kaçırayazardın. Cam gibi caz yaptı orada.  



Biraz da buna sataştım. Ağzını açıp "Öperim kız seni" yaptı. Ben de kutusuna 1 dolar attım. Yeter. 


Bisikleti sanırım 17.00 sularında buraya teslim ettim. O saate kadar fır döndüm sokaklarda, caddelerde. Burunlu otobüslerin önüne caart diye çıkıp adamlara acı acı fren yaptırdım, bilerek. "Go, gooo, ruuun" diye başka bisikletlileri peşime takıp haylazlık yaptım. 


Şimdi aklım Castro'da. Hani eşcinseller vardı ya, illa ki çıplak adam fotoğrafı çekeceğim, derdim bu. Oraya gidiyorum. Otobüse bindim. Ay bu veletler ne kaynadı otobüste fokur fokur... 


Castro'dayım. Yukarıda zaten genel fotoğraflarını görmüştün. Şimdi detay kurcalıyoruz. Bu bir afiş. İsmini Plymouth'tan ayılaştırarak alan Bearracuda'nın şovuna gidelim mi he?


"Ayı" kalın geldiyse Tristan var... Daha fit, o bakımdan yani... 


Wuhhuuu, bunun meraklısı da başkadır tabii. Kaslı, bıyıklı...


Bu da çok iddialı. Bastırıyor, kıstırıyor, vuruyor, geçiyor. Nasıl da kasılmış, kıyamam. 
Tamam, bu afişler bu kadar. Çıplak adam aramaya devam... 



Bir sex shop buluyorum. Aramıyorum ha, denk geliyorum. Zira bizdeki gibi üst katlarda gizli saklı değil. Orta yerde, vitrinli, teşhirli. 



Bakıyorum neler var... 



Tişörtteki abilere dikkat... Bir Kırkpınar havası yok değil. Zaten Kırkpınar da tööbe yarabbim. Neyse... 



Bir takım sevgi dolu erkeklerin fotoğrafları ambalajlarda. Çekip kaçıyorum hemen. Aaaa, İstanbullu köylü gelmiş, görgüsüz demesinler... Sanki, bize de çok normal, uhuu havalarındayım...



Amerika'da tavanlar ne kadar örümcekli he... Yürürken bunu fark ettim... Tramvay durağına doğru bi' gideyim hele. Belki orada cıbıl adam bulurum. 
Evet, taktım, deliyim, var mı?



Ahan da buldum! Ahan da evreka!



Çaktırmadan zoom in zoom in zoom in... Evet olay bu. Normalmiş gibi her şey. Kamp değil, bir şey değil. Şehrin ortası. Ay pek de civanmert. Hangi kadına gösterdiysem içi gitti, "Yazık laaa" dedi. 
Şaka bir yana, kim ne ederse eder. Beni zerrece ilgilendirmez, hattâ "ilgiletmez" ama neresinden baksan görülmeye değer bir deneyimdi. Başardım. Al sen de gör... 


Hadi eve gideyim ya, acıktım, yoruldum. Kırmızı noktadayım. Durak burası. 



Beklerken bunu gördüm. Kaşı, gözü, ağzı, burnu bir güzel ki sorma. Evsiz... Gitti çöpten bir kutunun dibinde spagetti buldu, geldi bu demire tünedi. Çantasından çatalını çıkardı. Afiyetle yedi. Ağzını da giysisinin koluna sildi. Nil görse, eve alalım bunu derdi. Fotoğrafı gösterdim, "Çok yakışıklı, çantası da Eastpak" dedi. Algı işte. 



Nesrin'in toplu ulaşım kartı. Akbil diyorum. Her yere bununla gittim. Aylık 60 Dolar'a doluyormuş. Sınırsız in bin, nereye gidersen git. 



Ertesi gün... Arzu geldi. Monterey ve Carmel'e doğru iniyoruz. Arzu, zehir akıl, sakin, dünya tatlısı bir kız. Havaalanında da onun arabasıyla karşılamışlardı beni... 



Sevgilim hep yanımda...


Niyet belli, Nesrin Abla'nın küçük oğlu Semih'in okulu Stevenson School'a gidiyoruz Monterey'e. Ama önce yolda outlet mağazalara uğranacak, para yenecek. Allah affetsin!


İlgi alanlarımız başka başka. Ben bisiklet formaları kovalıyorum, kızlar daha başka şeyler. Zaman zaman ayrı düşüyoruz. Starbucks buluşma noktamız. Yakayım bir cigara, patlatayım bir Frappuccino dedim. Hayatımda içtiğim en kötü Frappuccino. Öğ!


Ecnebilerde, adımı Vanu diye algılama eğilimi yüksek. Bu ilk değil.


Bu fotoğrafımı çok sevdim. Altına yazacak bir şey de bulamadım. En iyisi itiraf edip bırakayım dedim. Güzel di mi? Nesrin çekti. 


Ata'ya, Nil'e, kendime Türkiye'de asla bulamayacağım fiyatlara iyi markaların bir sürü giysisini aldım. Outletler çoook büyük alanlara yayılı... 


Amerikalı kardeşlerimiz de uzak olmasına rağmen boş bırakmıyor buraları. 


Ve her yer bayrak. Fas'ta da böyle bir bayrak fetişi var. Adım başı bayrak bayrak bayrak... 


Tekrar yola... Monterey'de Pebble Beach diye bir millî parkları var. Okul onun içinde. Hedef orası. 


Pebble Beach'te Seventeen Mile diye bir güzergâh var. 17 km'lik bir tur attırıp parkı gezdiriyor. Okul o yolun üstünde ama nerede? İyi ki bulamadık. Dolanmak müthişti. 


Ve nihayet okulu bulmak da... 


Bak şimdi hiç kendi okuduğun mahalle mektepleriyle falan kıyaslamaya kalkma, bunalıma girme, sana biraz okulu göstereyim. 


Adı bu...


Bahçesinde bunlar geziyor...


Okul otobüsleri getirip götürüyor... 


Bunlar mel mel bakıyor... 


Arzu ile Nesrin yurt binasına Semih'i bulmaya gidiyor.


Lise olması bakımından ilgimi daha çok çekiyor. Farklı ülkelerden çocuklar var. Üniversitede zaten normal bu işler. 


Ay ay ay... Anacığı oğluşunu buldu bak!


Yurttaki odaların birinden çekiverdim... 


Semih'in odasını azıcık toparlayıp yola çıktık. Oğlanları da aldık. Yemek yiyeceğiz beraber... 



Valla billa millî parkın içinde de bir AVM var, hattâ evler bile var. O merkezlerden birine geldik. Burada bir şeyler yiyelim dedik. 



Abiler dizi dizi... TV'de maç mı ne vardı... 



Fiyatları merak edersen diye... 




Diyorum ya her şeyleri çok büyük diye. Al işte sana peçete!



Hamburger istedik. Önden cips ve sanırım parmesan peynirli ıspanak geldi. 



Bundan iki tane devirdim. Semih ve arkadaşını okula bıraktık. Booking'den rezervasyon yaptırdığım otele gittik. 


Otel iki yıldızlı. Howard Johnson Express Inn Monterey Seaside. Üç kişi bir gece için 175 dolar ödedik. 


Sabah çok mutlu uyandım...


Bahçede mavi bir kuş gördüm. Bu kuşun bir benzerine Ildırı sahilinde de rastladık geçenlerde. 


Biraz Arzu'nun otomobilinden bahsedeyim. Bu bir Toyota. Toyota Prius... Çok konforlu. 


Elektrikli ve aynı zamanda benzinli. Amerika'da benzin bize göre çok ucuz. Galonu 3,87 Dolar. Gerçi orada fiyatlar her yerde değişiyor. San Francisco downtown'da galonuna 4 Dolar da ödeyebilirsin. Bir galon 3,78 litreye tekabül ediyor. Biz Türkiye'de litresine 2,45 Dolar ödüyoruz. Buradan biç... 


Enerjiyi gösteren böyle bir ekranı var. Pembe ekranın solundaki pil işaretine bak. 


Plakaları da böyle. Amerika'da bazı eyaletlerde hem öne hem arkaya plaka takma zorunluluğu yok. Tek tarafa takabiliyorsun. Sanırım sadece öne yeterli... 



Otelden sonra Carmel'a gidiyoruz. Carmel bir kasaba... 


Carmel, ummm nasıl desem California'nın Kaş'ı, Kalkan'ı... 


Highway One'dan gidiyoruz. HW 1, Monterey'i, Carmel'ı öpüp sahilden Los Angeles'ın güneyine San Diego'ya kadar akıyor. 


Bu yol, Route 66 ile birlikte Amerika'nın en görülesi otobanları. Route 66, Chicago'dan başlayıp Amerika'yı enine geçiyor, Los Angeles'ta nihayete eriyor. 66'dan hiç gitmedim. Ama tabii ki gideceğim. İnşallah! (Bu iki fotoğrafı netten arakladım. Biline)


Bak hiç USA gibi değil di mi? Bildiğin Akdeniz kasabası... 



Burası Carmel sahili. Laz'ım ya, okyanusa kafa tutuyorum. 



Sahiller hep çok geniş. Dedim ya, gelip şehri yemesin diye. 



Öyle kıyı kıyı gittik. Canımızın çektiği yerde durduk, indik... 



Arzu, çok teşekkür ederim... 



Nesrin Abla, çok ama çok teşekkür ederim... 





Pasifik böyle delibaş bir şey... 



Dalgalar bir dakika durup dinlenmiyor. Soluksuz, kıyıya vuruyor. 


Bu yüzden de Restless Sea demişler... Tıkla büyüsün. 



Tabii bu kadar bağırıp çağırınca, içindeki bütün kötülükleri kaldırıp kıyıya atıyor deniz... 



Ben de hayranlık, şaşkınlık, sükûnetle bakıyorum... 



Kıyı boyunca bisikletliler var. Bizden bunlar. Öyle gibime geliyor. İçim ısınıyor... 


Yola devam. Na böyle beli bükülmüş ağaçlar yol boyunca eşlik ediyor... 


Okyanus rüzgârları analarını ağlatmış. Karaya doğru yatmışlar yazık. 


Golf sahaları var... 


Los Angeles'tan kuzeye, San Francisco'ya giderken solun böyle deniz... 


Sağın güzelim parklar... 


Evler... 


Bisiklet yolları... 


Bisikletliler... 


Göller... 


Ve yine bayraklar... 


Yolda bizim radyoyu dinliyoruz... Radyo Müzik... Saran Radyoları diye aplikasyonu var. Sen de indir. 


Git git, Point Joe diye bir yere geldik... 


Bu amca Point Joe gönüllüsü. Orada durmuş, turistlere Joe'yu anlatıyor... 


Anlayacağın, Joe biraz deli... 



Ve burada atlamak, zıplamak, dalmak, çıkmak tehlikeli. Yapma!


Ay severim senin pedal basan ayacıklarını ben!


Dalgalardan sanırım, denizin üzeri hep böyle bir sis, pus... 



Point Joe'yu görmeye gelen Araplarındı bu otomobil. Hiç çekinmedim valla. Ne çekinicem!



Bu da Joe'dan son kare. Şimdi Monterey'e gidiyoruz... Yani kuzeye... 


Monterey, körfeze yerleşmiş bir kent. Yaklaşalım hele o geçide... 


Ne diyor? Cannery Row Company... Yani, kazıkları yağladık, sıraya girdik, bekliyoruz diyor. Bizi, turistleri. Yılda benim gibi 4-5 milyon turist burayı ziyaret ediyormuş. 


Tabii yine bayrak. 


Turistik ya, John Steinbeck bile hizmetimizde. Gazap Üzümleri, Fareler ve İnsanlar romanlarından bildiğin Pulitzer ödüllü Steinbeck buralı... O zaman onu da pazarlayalım. 


Monterey'de yemek yediğimiz restoranın manzarası bu. Ghirardelli çikolatalarından da Monterey'de yedim. Cem Ceminay'a sözüm vardı... 



Bir yerde yine bir Starbucks molası verdik. Bu kare oradan. Ama nereden? Valla hatırlamıyorum. :) Kazak Arzu'nun... 



Amerikalılar tamam sanayide şunda bunda kopmuş ama tarımda da inci gibi işliyorlar toprağı. GDO falan girmeyeceğim, ihtisasım da yok zaten ama kardeşim sen şu çileklere bak dizi dizi... 



Tabii ki çaldım. Göz hakkı diye bir şey var. Biz Türk'üz... 





Arabaya da götürdüm... 


Bunlar ne biliyor musun?



Brüksel lahanası... 



Nesrinciğim daldı hemen fotoğraf için. O da kopardı galiba 3-5 tane. 


Kaktüse bak, nerede bitmiş... 


Sunset diye bir yere geldik... 


Güneşi burada uğurluyoruz... 





Allahım! Hayat gerçekten çok güzel... 



Akşam eve geldik, bir bakarım ki alış verişi abartmışım. 


En senden taraftakiler hariç, onlar eski, bu valizin tamamı da ayakkabıyla dolmuş. 


SF'daki son günüme, gökyüzüne yazı yazan uçak ile uyandım. Yazının tamamını okuyana kadar başı kıçı siliniyor. Cümleyi tam toparlayamadım. 


Bugün hedef SF downtown... 



Ama önce bisikletçi Mike'a... 



Mike biraz kazıkçı... 



Al, 9 bin Dolar'a bisiklet var. Biner misin? 





Param olsa binerim. Param olsa, 2 bin 300 Dolar'a bu jantları da alırım. 


Param, Mike'tan bu Specialized kask ve gözlüğü almaya yetti. İkisine galiba 120 Dolar civarı ödedim. Ha unutmayayım, bir de çın çın bisiklet zili aldım. 





Sonra Best Buy'a gittik. Teknoloji marketi. Nil, iPad istemişti. 32 GB'lık 3G'siz bir tableti 799 Dolar'a aldım. Frank, satış danışmanı. Rastalara bak peheeey!



Yani yaptırsam olacak ha! Öyle yakıştırdım kendime. Ama bende nerde o kadar saç? Ödünç aldım ben de... 


Sonra beni SF evleri ve arkada şehrin siluetinin olduğu Alamo Meydanı'na götürdüler. 


Böyle bir yamaç burası... 



Bu evlerin adı Painted Ladies... Yani Boyalı Hanımlar... Yerim kız sizi... 


Bunlar da benim ladies... Sizi de yerim kız, çok severim... 


Keyfin sınırlarını zorlarım... 


Çekinmem yoktur, şımarmanın da sınırlarını zorlarım. 


Bu amca da zorlar... Köpeği de... 


Nesrin'i de zorlarım... 



Arzu bu... Herhâlde Full House dizisini hatırlıyordur. Bana göre ne kadar sakin bir mizacı var. Yine de çok iyi anlaştık. Çok kaynaştık... 



Viktoryan evler sadece Alamo'da değil, kentin hemen her yerinde... 



Üçgen alınlıkları herhâlde karakteri... 



Chinatown, San Francisco'da da var. Çinliler zaten herde. Allah affetsin, pek sempati beslemiyorum kendilerine. Sanki hepimizi yiyecek gibi istilacılar. 



Bir üstteki fotoğrafta çok efendi durmuşum diye şaşırdı kızlar. "E n'apim len" dedim, "Saçımı başımı mı yoliim?"



Baksana, bildiğin Pekin. Bilmiyor musun? Ben de görmedim ama herhâlde böyledir... 


Bir de adamlarla dalga geçtim, Allah beni kahretmesin!


Acıktık. "Yemekler benden kızlar" dedim. Fisherman's Wharf'a gidiyoruz yine. Wipeout Togo'da yiyeceğiz... 



Canlarıma bak ya...



Arkamdaki güvercinli uyarı levhasına bak. Heh! Biz de yedik. :) 



Monur dediydi ki gitmeden, "Stella Artois marka bira iç" Monur, güzelmiş, sana kaldırıyorum. Monur, Tunus yazımda var. Canım benim. 



Bir ayrıntı: Yine bayrak. 



Uh yemekler geldi. Benim tabağım deniz mahsullü. Nesrin'inki sebzeli, Arzu patates ağırlıklı bir şey söyledi. 



Gidersen burayı ısrarla tavsiye ediyorum. 



Porsiyonlar dev gibi, bitiremezsin.



Gün devrilmeye durdu...



Ve Arzu'nun son jesti, "Gel kız bir de Bay Bridge'den geçireyim seni" dedi... 



Allah dedim! Gidiyoruz...



San Francisco, Manhattan gibi, geceleri de çok güzel...



Köprünün Oakland tarafına giden yönünde alt katından seyrediyorsun. İlk kez iki katlı köprüden geçiyorum. Müthiş!



Yarısında yukarı çıkıyorsun. Bu kısmı yeni... 



Gişeleri...



Galiba 6 Dolar'dı... 4 de olabilir...



Uf uf uf... Oakland'dan SF'ya dönüş muhteşem... 



Ve son gece, evdeyiz... Gamze geldi. Arzu'nun ev arkadaşı. Derhal kaynaştık. O da deli deli bir kız...


Bisiklet için aldığım giysileri, kaskı, gözlüğü kuşandım. Gamze'ye gösteriyorum. 



Dönüş için sabaha shuttle istedim. 20 Dolar'a evinden alıyorlar. Gelmeden 5 dakika önce SMS ile "Kapıya çık, bekletme bak" diye uyarıyorlar... 



Check in tamamdır... Yine üç uçakla gidiyorum. Beklemelerle birlikte 25-26 saat sürecek... 



Yine şansımdan bal damlıyor. Yanım boş... Detroit'e gidiyoruz. 4 saatlik yol. 



Uçağım Delta...



Hoop kalktık...



Hayal dünyası burası, istediğini düşün... 


Uyku tulumu almıştım ya ikinci el, The Nort Face... 14 Dolar'a... Yastık yaptım onu...



Klima dondurdu. Üşenip şal da istemedim. Dondum dondum...



Detroit'in tarlaları. Hem sanayi hem tarım demek ki... Ya da sanayi patlayınca ekip biçmeye başlamışlar, bilemedim. 



Hoop indik... 



Detroit Havaalanı müthiş...



New York JFK'i falan sollar, demiştim... 



Tepeden giden kırmızı trene dikkat...



Acayip büyük acayip. A bak burada da bayrak varmış... 


Bu da o kırmızı trenin istasyonları... Terminaller arasında gidiyor. New York'ta Air Train vardı, galiba o da terminallere ulaşımı sağlıyordu... 



3 saat kadar bekledim. Uçağım yine Delta. Amsterdam'a gidiyorum. Bu pasaklı Hollandalı. Yağlı cipsleri avuçlayıp ellerini üstüne, koltuklara falan sildi. Pis... Yanım yine boş... 



Ay bekle bekle uçak bir türlü kalkamadı. Bir saat oturduk öyle... 



Meğer bozulmuş. Acil çıkış kapısından bir şey kopmuş. Adamlar bir saatte anca yapabildi... 



Bitirdiklerinde alkış aldılar. 



Okyanus geçiyoruz yine. 7 saat. Uç babam uç... 


Hollanda'ya indik. Schiphol konforlu bir liman. Bilgisayarları, interneti, prizleri... Rahat ediyorsun. Ve her ırktan insan. Ne güzel ya... 


Duty Free klasiklerim bunlar. M&M, Toblerone ve DKNY... Hep alırım. Yine aldım. 



120 Dolar da onlar tutmuş. Allah'ım, güç kuvvet ver, ekstreyi ödeyebileyim. :)



5 saat bekliyorum burada. Uyu Banu!


İstanbul uçağım KLM... 3 saat 5 dakika sürecek. Bitmedi o yol... Bilemezsin ne uzadı. 1 saat geçti, ben kıvranmaya başladım. Çok sıkıldım son partide... 


Cam mı pis nedir, leke leke çıkmış... 


Makarna yedim...


Vee Haliç! Ohhh çok şükür yarabbim!

Memleketim, memleketim, memleketim, 
Ne kasketim kaldı senin ora işi 
Ne yollarını taşımış ayakkabım, 
Son mintanın da sırtımda paralandı çoktan, 
Şile bezindendi. 
Sen şimdi yalnız saçımın akında, 
Enfarktında yüreğimin, 
Alnımın çizgilerindesin memleketim, 
Memleketim, memleketim... 


Gerçekten hoş bulduk!


Bu, ertesi günden... Radyodayım... Memleketlerin hasındayım, işimin başındayım. :)


Ve çok yorgunum. Arada bir ofisimde devrilip uyuyorum... 



Bir de hasta olmuşum. Detroit uçağında dondum ya, ondan... 



Bunlardan şifa bekliyorum... 



Baktım Arzu Facebook'a bu fotoğrafımı koymuş, "Yine gel uzaylı" yazmış. Çılgın demiş... Enerjik demiş... "Başka bir gezegendensin" demiş. Beni çok sevmiş... Ben de onu... Ve elbette Nesrin Abla'yı ve elbette Selim Tuncer'i... Onlar olmasa, bu gezi ya olmaz, ya başka türlü olurdu ya da ertelenirdi. Hepsine ayrı ayrı minnetarım. İyilikleri, güzellikleri, misafirperverlikleri için... 

9 günlük SF gezimin maliyet bilgileri:

Ulaşım: 1800 TL uçak, gidiş-dönüş, KLM... 
Konaklama: Beleş, benim enfes dostlarım var. 
Sokaklarda yeme içme: 200 Dolar
Alış veriş: Onu ne sen sor, ne ben söyleyeyim. :)
Cuma, Ekim 18, 2013 tarihinde yazıldı.

76 yorum:

  1. Tam 9 dakikada yazınızı okudum. Uzun olsa da gayet akıcı dil. Güzel anlatım.

    YanıtlaSil
  2. sevgili gezilecek yerler,

    9 günlük tatile 9 dakika. bence müthiş! bir güne bir dakikacık, çok mu? sağ olunuz. çok gezelim inşallah. :)

    YanıtlaSil
  3. mükemmel olmuş gerçekten bayıldım harika inşallah bi daha gidersin

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ah bu Adsız gelen güzelim okurlarım. Verdiğim cevaplar havacıklara karışıp buharlaşıyor. İnşallah gideriz. Hep gideriz...

      Sil
  4. sayende biz de oraları gezmiş olduk Nur Banu Çelebi , yüreğine ve kalemine sağlık...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hele hele vaveyliiii, sen şu yorumun güzelliğine bak. Çook teşekkürleeer! Eğer bu olduysa ne mutlu banaa. :)

      Sil
  5. yazınınn tamamını okudum yalnız frank'e ne yapışmışsın abla :D

    YanıtlaSil
  6. okudum tane tane, fotoğraflara uzun uzun baktım, inan 1,5 saatimi aldı. çok keyif aldım, teşekkürler, muchas gracias. bu arada alcatraz filmlerinden; ne olur önce benim en sevdiğimi izle: birdman of alcatraz, alkatraz kuşçusu! sevgiler, hürmetler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Adsız, ama niye Adsız?

      Tane tane okuduğun, anladığın, gördüğün, dinlediğin, tanıdığın için teşekkür ederim; beni, seni tanımaktan alıkoyduğun için de sitem... Söz veriyorum, ilk filmim kuşçu olacak. Yine gel olur mu?

      Sil
  7. Çok güzel yazmışsınız Nurbanu Hanım. Okudukça bitmesin dedim. Geçen yaz ben de ziyaret etmiştim San Francisco'yu ve çok beğenmiştim. Şimdiden önümüzdeki yaz için planlar yapmaya başladım bile.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Okudukça bitmesin, gezdikçe uzasın, güldükçe artsın... Ve hep gidelim e mi? :)

      Sil
    2. Güzel dilekler elbette bunlar. Keşfedecek daha çok yerler var. Gezdikçe, keşfettikçe öğreniyor insan değil mi?

      Sil
    3. Soyle bir etkisi de var, ne kadar hizli ve ne kadar uzaga gidersem, basimdan gecenler, yerini kafamdan gecenlere birakiyor. Ve ben sonsuz hulyalara kapiliyorum. Her seferinde ve yeniden.

      Bunu dusundun mu hic?

      Sil
    4. Açıkcası bunu düşünmedim, ben de siz gibi yaşadım bunu gezerken. Şimdi Udaipur planları yapıyorum. Bakalım orada başımdan geçen neler yerini aklımdan geçenlere bırakacak. Gezip, görüp seyyah oldukça gemileri yakası geliyor insanın. Dünya çok büyük bir yer ve ömür malesef buna göre çok kısa.

      Sil
  8. Yazınızı okumam 2 saate yakın sürdü iyi özümsedim sanırım :p Bu tür fotoğraflı blog yazılarına rastlamak zor olduğundan, okurken bitmesin istedim. Elinize, ayaklarınıza sağlık. Keşke benim de böyle arkadaşlarım olsa, yanlarına gidip dilediğim gibi vakit geçirebilsem. :(

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Oğuzhan,

      Sen bu satırları yazarken, ben İngiltere'den bir davet alıyordum. Bir radyocu kız arkadaşım, Londra'ya çağırdı. Gerçekten biraz şanslıyım bu konuda.

      Ve benim kapım da sonuna kadar açık. Benim bütün kapılarım herkese açık. Gönül kapım da öyle...

      Gel gel, gir şöyle...

      Sil
  9. Yanıtlar
    1. Bi de öbür taraftan çak kanka. :)

      Kimsin bilmem. Ama yaşa!

      Sil
  10. İtiraf edeyim ortada bir yerde altta yazanları okumadan fotoğraf bakıp geçmeye çalıştım ama
    yapamadım, hepsini okudum, güldüm, eğlendim, düşündüm.
    Tarzı çok sevdim.
    Gez, yaz muhakkak.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Uffff, üstadım, bunu sen diyorsan ben daha durur muyum ki durur muyum?

      Çok mutlu oldum çok Soner. :) Sen de ol. İnci'ye selam. Çınar'a sevgi... Müthiş aile!

      Sil
  11. Yazılarınıza bayıldım :) İçiniz ayrı dışınız ayrı güzel. Bol bol gezip yazmanız dileğiyle, sevgiler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sen çok tatlısın. Kendi blogunu biraz ihmal mi ettin bakim? Yazsana hadi.

      Sil
    2. Biraz öyle oldu, kafamı toparlayıp yazmayı umuyorum yakın zamanda. :)

      Sil
  12. Ya o kadar guzel anlatmisiniz ki.. mayis gibi belki ben de san fransisco ya gidebilirim. Ama beni asil etkileyen 2 aydir gormedigim ve gorme ihtimalimin dusuk oldugu italyan arkadaşım Gina ya benzettim sizi. Hem gorunus hem de nese dolu olusunuz ile. Bir anda ozlemim depresti. Bir yurtdisi gezimde tanismis ve orda bulundugum surede manevi annem olmuştu :) sevgiler ile. Daha cok gezi yazisi bekleriz. .

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ah! Ben Gina'yım zaten. Kız niye gelmiyorsun çaya çorbaya? :) Gelsene!

      Sil
    2. Gelirim hem de seve seve :)

      Sil
  13. kasım geçiyor, yeni yerlere gitmediniz.

    YanıtlaSil
  14. işyerinde yazını okurken bana uçak bileti soran müşteriyi azarladım ama sana kızamıyorum. sanki seninle beraber seyahatteymişim gibiydi. :)) yeni seyahat anılarını iple çekiyor, selam ve sevgilerimi gönderiyorum efenim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Kardeşim Emre,

      Sen bu satırları okurken ben bir Ege köyünde zeytin hasadında olacağım.

      Şaka be! :) Ben de çalışıyorum burada. :) Ama ama ama zeytin hasadı başlığı şaka değil, bu hafta öyle bir yere, bir sonraki haftada da Sapanca'da bisikletle orman içlerine dalmayı planlıyorum. Tamam, gidiyorum, söz. :)

      Sil
  15. Gercekten Banu ellerine saglik cok guzel bir yazi olmus. Devamini bekliyorum...iyi gunler :)

    YanıtlaSil
  16. Yaizn cok guzeldi Ellerine saglik banu.Devamini bekliyorum..Iyi gunler :)

    YanıtlaSil
  17. Allah insani, kendisi hakkinda ne dusundugunu tam olarak bilemedigi insanlardan korudugunda hayat daha da guzel bir yere donusuyor. Benim cok guzel dostlarim var Ozlem. Ve kalbimde bitip tukenmek bilmeyen kredilerim.

    Ölüme iliskin algimi anlattigim bi yazima ya da yayina denk geldiysen bilirsin, iskaladiysan bir daha yazayim: Ölüm varsa, tum bunlar neden olsun? Neden bunca uzulsun insanlar? Neden neden neden bu hirs? Neden ikircik? Neden oyleymis gibi yapmak? Neden dusmaninin dusmaniysa ancak dusmanini dost tutmak?

    Sen biliyor musun, ben yarin olecek gibi yasarim. Onun icin kalbim genistir. Kirip dokenlere, hayatimin seyrinin degismesine yol acanlara bile ak pak yastiklarimi cikaririm. Kadim canim olmasalar bile, ben onlari utandiririm. Utandirarak ezerim.

    Bu kadar eziyetim olsun benim de...

    Ben kime ne yaptiydim ki, olanlar oldu! Ah olanlar oldu...

    Buyur gel, otur...

    YanıtlaSil
  18. 2 gündür okuyorum.diğer sayfada alcatrazdan kaçış açık.bir filme bakıyorum bir buraya..ayakkabınızın tozuna sağlık :))) gezen güzel ve romantik insanlara gelsin bu gece yağmur :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ay şuraya fotoğraf eklenebiliyor olsaydı da diken diken olmuş tüylerimin fotoğrafını koyabilseydim.

      İki gündür okuyorsun ha!

      Biliyorum ben o duyguyu. Bırakamazsın. Gider gelir göz atarsın. Aklına yazarsın, aman ha bunu okumayı ihmal etmeyeyim diye.

      Ben gitmişim görmüşüm gezmişim yemişim içmişim gülmüşüm ağlamışım yazmışım da sen bunları iki gündür okuyorsun ha!

      Bendeki etkisini anlayabiliyor musun bu takibin? Bu paylaşımın, bu, bu bu.. Bu tanışmadan tanıyor olma hâlinin...

      Bu mesajlarınız için çok teşekkür ediyorum... Çok.

      Yoruluyorsunuz bakarken, bu bir haktır. Hakkınız geçiyor. Helal ediniz.

      Ya çok mutlu oldum işte. (Mahcup bakış)

      Bir de The Birdman of Alcatraz varmış onu izle. Ben hâlâ izlemedim. Yakında inşallah.

      Sil
  19. Sevgili Banu, bu güzellikleri bizimle apylaştığın için çok teşekkürler, sayende gitmeden öğrendik SAN FRANCISCO'yu.An be an yaşadık.İyi ki varsın, iyiki paylaşıyorsun herşeyini:).Sevgiler Veysel.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Veysel,

      Yine, sahiden nutkumun tutulduğu ve sadece monitöre bakakaldığım bir an.

      Bunu dinliyorum bir yandan:

      http://www.youtube.com/watch?v=WdAzKJFkuW4&list=FLGtv_NI20kv5fXMa4FWCeTw

      Senin için çaldım say. Gönül radyomdan...

      Sil
  20. Ben de mi adsız çıkacağım acaba diye düşünmekteyim sayende, google hesabımla yanıtladığıma göre görünmesi gerekiyor diyerek, senin deyiminle "deneyimleyip" görmek istiyorum sonucu :)
    İşe geç kaldığım günlerde radyodaki cc ile programınıza denk geldim, enteresan bi sevgi, bi yakınlık, bi ne bileyim ben işte birşeyler oldu, bugünde yine geç kaldım (azarımı henüz yemedim) ve yine dinledim, sonra kim bu nur banu yahu??? dedim olay buralara kadar geldi, imrendiğim takdir ettiğim bir hayat yaşıyorsun, ilham aldım :)
    sevdim bunu, takipteyim özgür ruh ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ayşe kız,

      Çok hergele bi dilin var, öperim senin parlak aklından ben. :)

      Şu yazdıklarını okuyunca bende de sana karşı bi ılınma, bi uyuşma, bi sevişme hâli oldu.

      Ohhh, ne de iyi oldu!

      Sil
    2. Cansın kadın :)
      Çok mutlu oldum bak yine,
      Hey insanlar, o kadar aptalca şeylerle birbirimizi üzmeye çalışıyoruz ki
      Ne gerek var bütün bunlara, bak ne de güzel, ne de kolaymış mutlu olmak
      Böyle insanlar çok biliyorum, inanıyorum!
      Öpüyorum o koca yüreğinden Nur Banum :)
      Müthiş bir sabahmış meğer, bilseydim daha erken kalkardım, koşarak açardım bilgisayarımı :)

      Sil
  21. Daha dün ben ve 7 arkadaşım San Francisco'dan döndük. Ve Sausalito hamburgerlerinden sizin de yediğinizi görünce çok mutlu oldum nedense. Yediğim en güzel hamburgerlerdi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Amariga'nın burger'ları hep güzel ki. Deve kadar nah böyle böyle... Ve ben çok açım şimdi. :)

      Dünyanın bütün hamburgerlerini tadacağın bir hayat dileğimle...

      Sil
  22. melih

    banu hanım eline, yüreğine, klavyene ve de kıtalar aşan ayaklarına sağlık:D
    paylaşman da ayrıca takdire şayan yaşadıklarını ve gördüklerini:)

    not:milyoner olma hayali ile çıktığın proğramda görüp kim bu çirkin şey
    acep diye merakkıma yenilip Google amcaya sordum. ve bana bu sayfayı çıkardı:d

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Melih,

      O "çirkin" benim. Ama hayat çok güzel. Ben de peşini bırakmıyorum. Hoş geldin. :)

      Sil
  23. :D teşekkür ederim. güler yüzüne sağlık ve hoş bulduk. ben de senin peşindeyim yani yazdıklarının:)

    YanıtlaSil
  24. nisanda inşallah ben de gideceğim... fuar kafası aslında ama senin gibi gezmeye tozmaya da fırsat bulurum inşallah! yüreğine, ayağına sağlık. çok güzel bi seyahatname olmuş...

    en yeni takpçin TamTam

    YanıtlaSil
  25. Ellerinize ve emeğinize sağlık harika bir yazı ve süper görseller, çok teşekkürler!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Emre,

      Esas ben teşekkür ederim. Sağ ol. Var ol. :)

      Sil
  26. Akıcı ve enerjik yazı, görsellerle tamamlanmış. Başarılar...
    Homeros7

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Keyifler keyifler. :) Hepimize. Teşekkürler. :)

      Sil
  27. Ay süper! San Francisco ile bir sürü yazı okudum, çoğu da güzeldi ama bu yazı başka ya, cidden bi gittim geldim oralara :) Bu kadar samimi, doğal, sıkmayan, okutan bir yazı okumamıştım uzun zamandır. Bayıldım! Elleriniz, kaleminiz dert görmesin :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aaaay, kız güzel olmuş di mi? :)
      Çok yaşa Tuğba, mest ettin beni yazdıklarınla. Çok tatlısın.
      Sağol ol, ol ol ol... :)

      Sil
  28. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ay ölem ben, ölem ben kız çocuğu. Severim seni lepiskalarından. Sakın ayrılma buralardan. Bak ben sana daha neler neler anlatıcam. :)

      Sil
  29. İşyerinde çay molası verdiğim sırada San Francisco ile ilgili resimlere bakarken tesadüfen buldum. Mola uzadı da uzadı. Keyifle okudum Bazı bölümlerde şebek gibi sırıttım. Diğer yazılarını da okumak için sabırsızlanayazıyorum. Adımı da yazayım ki çemkirme.
    Sevgiler
    Özgür :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Özgür,

      Güzel yorumunu okuduğumda ben de şebelek gibi sırıttım. :) Hele bir de sonunda "Adımı da yazayım da çemkirme" demişsin ya, bayıldım. Nasıl da belli oluyor di mi çemkirme potansiyelim. :)

      Sabırsızlanayazıyorum demişsin bak bir de, sabırsızlanayazma, sabırsızlıktan çaaat diye orta yerinden çatla!

      Epey malzeme var blogda, seni bir miktar oyalayabilir. Mayısta doğmuş bir blogtur, o sebeple yazı adedi açısından fena sayılmaz be. Hadi bi kurcala sağını solunu, ben de yeni yazılar için can toplayayım. Bu hafta sonu belki bir İzmir bisiklet yazısı yazabilirim.

      Gaza getirdin beni vuhuuuu... :)

      Çok şahane ömrün olsun!

      Sil
  30. Gezme hevesli olup gezemeyen beni tanıyan arkadaşım göndermiş blog linkinizi Enfes olmuş bol fotoğraf az yazı üşünmeden uzun uzun tüm süreci vermeniz sanki yanınıdaki kameradan canlı canlı izliyormuşsun gibi bir hava vermiş.Daha en başta uçak körüğünü beğenmeniz ben bu sayfayı sonuna kadar okurum dedirtti bana zaten.Gezmenin planlaması yolcuğu kendisi herşeyi çok güzel olmadı hayali bile tatlı .
    Sadece bu yazıyı okudum ve diğerlerini yavaş yavaş okuyacağım bitmesinler hızlıca diye .
    Mutlu gezmeler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Mustafa,

      Ne de güzel anlamış, anlatmışsın.

      Allah, check in kuyruklarından, körüklerden, dar uçak koltuklarından, ucuz bilet takiplerinden, vize başvurularından, yollardan, yeni insanlardan, sokaklardan, pasaport polisine sırıtmalardan ayırmasın yaaaleppim! Amin! :)

      Çok teşekkür ediyorum güzel sözlerin için. Çok ama, böyle yaldızlı...

      Sil
  31. Yarım saatliğine de olsa beni San Francisco'ya götürdün, gezdirdin, yedirdin, içirdin ve alışveriş yaptım senle. Çok minnettarım diline.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ay burnumun direği sızladı, bu nasıl içten bir teşekkür. Rica ederim, ne yaptım ki?

      Sil
  32. Sevgili Banu hanim Ben San Francisco kendine yurt edinmis bir Turkum, sayfanizi rastlantiyla buldum. Yasadigim sehri birde sizin kameranizdan ve nesheli anlatiminizla gezip gormek cok zevkliydi. Afiyette kalin.

    YanıtlaSil
  33. üşenmemiş yazmışsın derlemişsin uğraşmışsın ellerine sağlık teşekkür ederim. keyifle okudum.

    YanıtlaSil
  34. Gezdiğiniz tüm yerleri geçen yıl bizde eşimle gezdik. Ama biz her yere otomobille gittiğimiz için, sizin geziniz daha hoş olmuş.Keşke oralara kadar gitmişken Silikon Vadisini de gezseydiniz Google, Facebook, vs. Bir daha San Francisco'ya gidersem rehber ve anlatım olarak bu yazınızdan yararlanacağım çünkü çok hoş anlatmışsınız. Teşekkürler.

    YanıtlaSil
  35. ezdiğiniz tüm yerleri geçen yıl biz de eşimle gezdik. Ama biz her yere otomobille gittiğimiz için, sizin geziniz daha hoş ve akılda kalıcı olmuş.Keşke oralara kadar gitmişken Silikon Vadisini de gezseydiniz Google, Facebook, vs. Bir daha San Francisco'ya gidersem rehber ve anlatım olarak bu yazınızdan yararlanacağım çünkü çok hoş anlatmışsınız. Teşekkürler.

    YanıtlaSil
  36. Vanu abla :D çook teşekkür ederim adeta gezine beni de ortak ettiğin için. Buraya uzunca bir yorum yazmıştım, yazıyı kopyalamadan önizleme tuşuna bastım ve kayboldu tüm yorum :( . Final haftasındayım, sözde erken kalkıp ders çalışcaktım (bak bak hele nasıl fikirler bunlar) o yüzden tekrar yazmıyorum (yatayım ben en iyisi).
    Diğer yazıların yorumlarında görüşmek üzere :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tatlım, bir daha yazdığın ekrandan çıkmadan önce muhakkak ctrl+c yap. Her zaman. ay ne fena bir şeydir o. :) Neyse, daha önemli bir şey de uçabilirdi. Nasıl geçiyor sınavlar? :)

      Sil
  37. Banu abla süpersin süpersin süpersin. Tam benlik;yani anı yaşıyor dilediğince egleniyorsun. Çok imrendim. AH dedim ah keşke bende yapabilsem hemen. Ama öğrencilik zor,maddiyat bir yandan dersler bir yandan.Bisiklete de binmeye uğrasıyorum epeydir. İnşallah bir gün bir yerde karşılasırız. Teşekkürler anlatımın için Mutlu kal :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sensin bi kere süper. Bul beni, bi tur binelim şu velosipete...

      Sil
  38. Merhaba.sizin yazılarınızı yeni okumaya başladım.Çok ama çok beğendim.Çünkü hiç gitmemiş biri için tarif eder gibi yazıyorsunuz.Bu çok önemli.Yol gösterici olması için sizin gibi yazmak gerek.ben daha yurt dışına çıkamaddım (Batum u) saymıyorum.Sizi takip edip örnek alacağım.bende yeni gezi bloğu oluşturmaya çalışıyorum.inşallah halledebilirim.
    gezginanne007@blogspot.com

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Betül merhaba,

      Çok teşekkür ederim övgü dolu sözlerin için, sağ olasın...

      Sil
  39. Harika.... Ben de San Francisco'yu 2 gün sonra deneyimleyeceğim. Şimdiden beni nelerin beklediğini öğrenmiş oldum. Ellerinize, emeğinize sağlık.

    Sevgiler,
    Semin

    YanıtlaSil